Denizcinin anasayfası

TÜRDEF : “Sırtımız hala denize dönük”

Denizcilik STK’ları tarafından Tuzla Atatürk Meydanı’nda düzenlenen 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı töreninde bir konuşma yapan TÜRDEF Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Hamza, kabotajın bir ülkenin kendi karasularında ve kendi limanları arasında gemi işletme ve her türlü liman hizmetlerini kendi kontrolünde bulundurma hakkı olduğunu hatırlattı.

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde verilen kapitülasyonlarla birlikte işgal devletlerinin, her alanda olduğu gibi denizcilik alanında da denizlerimizin nimetlerini ve zenginliğini kendi çıkarlarına uygun olarak sömürmeye başladıklarına dikkat çeken Hamza şunları söyledi :

Atatürk’ün Lozan hamlesi

“Osmanlı Devleti kıyılarında yabancı bayraklı tekneler hizmet görürler ve bu teknelerde yabancılar çalışırlardı. Milli mücadele döneminde tüm limanlarımız işgal edilmiş, tüm tersanelerimize el konulmuştu. Tüm demir yolları ele geçirilmiş ve buna bağlı olarak tüm Deniz ticareti yabancılar tarafından yürütülmekteydi. Ulu önder Atatürkün başlattığı Milli Mücadele ile birlikte, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı sonrasında 24 Temmuz 1923’te imzalanan LOZAN antlaşması ile kapitülasyonların kaldırılması kararlaştırılmış, Türkiye karasularında taşımacılık yapan İtalyan, Fransız ve İngiliz şirketlerine faaliyetlerini sonlandırması için 3 yıl bir süre verilmiş ve Kabotaj Kanunu’na zemin hazırlanmıştır.

İlk milli seferler

Bu 3 yıl içinde Türk Hükümeti önce Seyri-i Sefain İdaresi’ni düzene soktu, arkasından satın alınan Mersin ve Antalya isimli gemilerle Mersin-İstanbul hattına seferler başlattı. 1926 yılında Anafarta ve Bandırma vapurlarını sefere koydu. 20 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen, 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj kanunuyla Denizcilik alanında önemli bir hükümdarlık elde edilmiştir. Üç tarafı denizlerle çevrili ve 8333 km uzunluğunda bir kıyı şeridine sahip olduğumuz dikkate alınırsa bu Türk denizciliğine büyük bir imkân tanıyordu.

Bu yasaya göre; akarsularda, göllerde, Marmara denizi ile boğazlarda, bütün kara sularında ve bunlar içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde, makine, yelken ve kürekle hareket eden araçları bulundurma; bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk yurttaşlarına verildi.

Ayrıca; dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk yurttaşlarınca yerine getirilebileceği belirtildi. Yabancı gemilerin yalnız Türk limanlarıyla yabancı ülkelerin limanları arasında insan ve yük taşıyabileceği kabul edildi.

1970’lerdeki koster hakimiyeti

Lozan Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte başlayan çalışmalar;

1930 yılında Türk Gemi Kurtarma Ltd Şti. Kurulması, 1933 yılında Denizyolları İşletme İdaresi’nin açılması, 1938 yılında Denizbank’ın hizmete girmesi, limanlar yapılıp Türk gemi filosunun büyütülmesi, kabotaj ve uluslararası sularda deniz taşımacılığının geliştirilmesi ile sürdürüldü.

1970’lerde Akdeniz küçük tonajlı yük taşıma kapasiteli gemilerden oluşan Türk koster filolarının hakimiyetine girdi.

Ancak bu geçen süre içerisinde denizcilik ve deniz taşımacılığı alanında geldiğimiz noktadan memnun olmak mümkün müdür?

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde sırtımız hala denizlere dönüktür. Ülkemizde kısıtlı yaşlanmış özel sektör kosterciliğinin dışında kabotaj hattında deniz taşımacılığımız giderek yok olmaktadır.

Bakanlık iken genel müdürlük olduk

Yurtdışından yüzde 90 oranında denizyolu ile gelen mallar ülkemiz içinde nerede ise tamamen karayolu ile dağıtılmaktadır. Kalkınma planlarında denizcilikten artık bahsedilmez olmuştur. Denizcilik idaresi bakanlık seviyelerinden genel müdürlük seviyelerine indirilmiştir. Türkiye, gerek kendi sularında gerekse dünya denizlerindeki her türlü ticaret, menfaat ve navlun kaynaklarının paylaşımında gerçek hakkını hiçbir zaman alamamıştır.

Navlun savaşlarına hazır değiliz

Dünyadaki acımasız navlun savaşına ve rekabetine denizcilerimizin ve limanlarımızın tam olarak hazır olduğunu söyleyemeyiz. Bu noktada deniz sektörü için devletimizin himayeci politikalar izlemesinin gerekli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Osmanlı Devleti her birisi denizlerde birer tarih yazmış olan Çakabey, Piri Reis, Turgut Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Cezayirli Gazi Hasan Paşa gibi nice kahraman leventleriyle doğuya ve batıya açılan tüm denizlerde ticaret yollarını kendi denetimi altında tutmuş ve bunun neticesinde de Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de hem askeri hem de ticari sahada hakimiyetini uzun yıllar devam ettirmiştir.
Osmanlı’nın hükümranlık sahasında 17. ve 18. yüzyıllarda günde en az 40 gemi inşa etmek ve denizlere salmak padişah buyruğu idi. Yalnızca İstanbul’da bulunan 3 tersane aynı anda 130 gemi inşa edebilecek kapasitedeydi.

Tersane sayısı azaldı

Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları adeta tersane ve gemi inşa kızakları ile örülü idi. Hatta Fırat Nehri gibi seyrü sefer yapılan nehirlerimizde dahi tersanelerimiz vardı.
Yalnızca Karadeniz’in Rumeli kıyısında 19, Marmara’da 7 ve İstanbul’da 3 adet tersane ve gemi yapım kızağı mevcut idi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki sayısız tersanelerle deniz ticaret filomuz muhteşem bir güce sahipti.
Güneydeki Birecik tersanesi Fırat Nehri ve Basra için gemi inşa ederken, Süveyş tersanesinde inşa edilen gemilerle de Kızıldeniz, Umman ve Hint Okyanusu’nda deniz filosu gezdiriyorduk.

Kuzeydeki Rusçuk Tersanesi Tuna Nehri üzerindeki ticaret filosuna gemiler katarken bu bölgede bir kaptanlık kurulmuş ve Tuna Nehri Karadeniz ve Marmara üzerinden dünya denizlerine bağlanmıştı.
Denizcilik dünyasında Osmanlı Devleti’nin gücünü gösteren bu örnekler bizim nereden geldiğimizi ve nerede olduğumuzu göz önüne serdiği gibi denizcilik sektöründe nereleri hedeflememiz gerektiğini de bizlere hatırlatması açısından önemlidir.
Atamızın söylediği gibi Denizciliği Türkün Milli ülküsü olarak görmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.
Unutulmamalıdır ki Denizlere Hakim olan dünyaya hakim olur. Biz Türkiye Denizcilik Federasyonu olarak denizcilik endüstrisine katkı yapmaya devam edeceğiz.”


Bunları da beğenebilirsin