Denizcinin anasayfası

Kazım Ağabey’i kaybettik

YDO Güverte 1951 mezunu Kapt. Kazım Albayrak, Denizcilik Dergisi'ne verdiği röportajda, "Çağırsalar 90 yaşında bile gemiye katılırım” demişti.

Yüksek Denizcilik Okulu (YDO) Güverte 1951 mezunu Kapt. Kazım Albayrak hayatını kaybetti. Aynı zamanda YDO Makine 1979 mezunu Müh. Adil Albayrak’ın da amcası olan Kazım Albayrak’ın cenazesinin 6 Mart 2022 Pazar günü saat 12.30’da Şakirin Cami’nde kılınacak namazın ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verileceği öğrenildi.

Denizcilik Dergisi olarak Kazım Ağabey’e Allah’tan rahmet dilerken, kendisiyle yaptığımız röportajı da anısına yayınlıyoruz.

*****

“Çağırsalar 90 yaşında bile gemiye katılırım” 

Yüksek Denizcilik Okulu’nu 1951 yılında bitiren ve 50 yılını gemilerde geçiren Kazım Albayrak, “90 yaşındayım. En verimli çağımdayım aslında. Çağırsalar bugün gemiye katılırım” dedi

İşte Kazım Kaptan’ın ağzından bir kaptanın hayat hikayesi”

“Babam Sultan Abdülhamit tahta çıkınca doğmuş. O devri yaşamış sanâtkar bir adamdı. İlkokulu bitirmiş, eski Türkçe okur yazardı. Kazancı ustasıydı. Ancak 43 yaşına kadar evlenmemiş. Annem ise Balkan Harbi’nden kaçan muhacirlerden. Dedemi Bulgarlar şehit edince İstanbul’a kaçmışlar. Annem çalışmak istemiş. Orada da babamın yeğenleri sayesinde tanışıp evlenmişler. Cihan Harbi ve İstiklal Harbi bitince, Rumlar İzmir’i bırakıp gitmiş. Bizimkiler de devletin kendilerine verdiği bir yere, İzmir’in Urla İlçesi’ne yerleşmişler.”

“Macera arıyordum, denizci oldum”

“İzmir’de okula başladım, o sırada babam emekli oldu. Ağabeyim geçimi eline aldı. Ankara’ya çağırdı bizi. O da marangozluk öğretmeniydi. Mütevazı bir hayatımız vardı. Ablamın kocası da ticaret lisesi müdürüydü. Onların yanına Ankara’ya taşındık. Lise bitiyor artık, okul arıyoruz Ankara’da. Sonra ben polis kolejine gideceğim dedim. Macera arıyorum. ‘Peki’ dediler. Ablam ‘git bir okula yazıl’ dedi ama benim notlar çok kırık. Ben bu karneyle nasıl gideyim dedim. ‘Eniştene bırak’ dediler. Ben de arkadaşım Sami ile birlikte okul bakıyorum. Samilerin konağında bir gazete parçası buldum. ‘Yüksek Denizcilik Okulu öğrenci arıyor’ diye yazıyor. Sami’ye söyledim. ‘Ben bu okula gideceğim’ dedim. Ama nasıl gireceksin? Ulaştırma Bakanlığı’nın tek okulu bu. Üstelik Boğaz’ın en güzel yerinde.”

“Amcamı tesadüfen buldum”

“Koşa koşa geldik İstanbul’a. İstanbul baba memleketi aslında ama görmemişim ben. Sınavlara girdim, iyi de geçti. Bu sefer kalacak yerim yok. Bir amcam vardı o zaman babamla arada sırada mektuplaşırlardı. Dedim onu arayıp bulacağım. Aradım, taradım yok. Tesadüf bu ya Eminönü’nden geçerken kahvehanede oturan yaşlı birini gördüm. Baktım aynı babam. Gittim yanına dedim ‘Sen benim amcamsın.’ Görünce hemen sarıldık tabii aldı beni götürdü evine. Dedi ‘Burada ben yatıyorum al sen de burada yatarsın.’ Kaldım öyle orada.”

“Üst sınıflarla ayrı gayrı yoktu”

“Üst sınıflara ağabey derdik. Onların salonu ayrıydı. Ama genelde hep beraberdik. Yemek yerken 20-25 kişi birlikte yerdik. Yemekte içmekte, oturmakta hep beraberdik. Aramızda bir ayrı gayrı yoktu. Sınıfta bazı arkadaşlar Türkiye’nin geri kalmış yerlerinden gelme. Bir de hergeleler vardı Saint Joseph’ten gelme. Birinin babası yolcu gemisi kaptanıydı. Okulun önünden geçerken selamlardı falan.”

“Okulda bir yatılı hayatı vardı. Dans ederdik. Ara sıra şakalar yaparlardı. Sabah yüzümüzü yıkarken birinin diş macunu bitmiş mesela. Şuraya sıkar mısın falan diyor. O da diş macunu yerine sabun koyuyor. Tattır böyle şakalar.”

“Üç çocukla bıraktım eşimi”

“Yalnızlığın verdiği durum bir de ev huzursuzluğu vardı bazılarında. Çok güvendiğim eşim vardı Allah’a şükür. Kafa rahat oluyor o zaman. Gidiyorsun 6 ay, 1 sene, 1,5 sene gelmiyorsun. Benim 2 oğlum bir kızım var. Üç çocukla bıraktım eşimi burada. Bu bir ikilem. Meslek mi yoksa aile mi? Benim eşim ısrar etmedi. Bu çocukları beraber yaptık, beraber büyüteceğiz dese mecbur kalacaktık kaptanlığı bırakmaya. Ama aklımız da gemide kalacaktı.”

“Her yere gittim”

“Amerika’ya birçok kez gittim. Güney Amerika’ya, Kanada’ya, Finlandiya’ya, Hindistan’a falan. Hindistan’da gemiyi borcundan dolayı tuttular. Yedi ay orada kaldık. Sene 1957’ydi. Kaptan yine bizden mezun bir ağabeyimizdi. Bir Türk gemisinde çalıştım. Haşim Mardin diye bir şahıs vardı denizcilik camiasında bilinen. Enteresan bir insandı. Tesadüfen bizim okula girmiş. Haşim Mardin’in gemisinde çalıştım ben. O da tramp seferi yapıyor.

Tramp seferinde geminin gideceği yer belli olmuyor, her yere gidebilir. O zaman ikinci kaptandım, bir sorun olmuş, banka geminin işletmesini üzerine almış. Gemi o zaman Bandırma’daydı. Krom madeni yüklüydü. Amerika’ya götürdük. Gidiş o gidiş. 3 sene dönmedi gemi. Allah’tan bekârdım ben.”

“Almanlar işe alalım diye sıraya girerdi”

“1,5 sene falan dolaştıktan sonra Almanya’ya geldik. Haşim Bey de Almanya’da oturuyordu. Türk gemiciler orada ayrıldılar. Haşim Bey, ‘Burada bir sürü işsiz adam’ var dedi. O zaman Almanya yeni harpten çıkmış. Genç genç Alman çocukları, aç. Sefalet, işsizlik diz boyu. Bana ‘Sen bakıver. Uygun olanı al’ dedi. Genç çocuklar kapının önünde kuyruk oldular. Sonra işler terse döndü. Almanlar kalkındı.”

“Uçakla kaptan olmaya geldim, hemen döndüm”

“Gemi iki ay kaldı Hamburg’da. Ben uçakla İstanbul’a gelip sınava girdim. Kaptan oldum. Sonra geri dönüp gemiye katıldım. Bizim gemi 14 bin tonluk bir gemiydi. Yaşlıca bir gemiydi ama iyi bir gemiydi. Hem perçinli, hem kaynaklı yapmışlar. Birçok yerde havuza girdik ve hayret ettiler geminin sağlamlığına. O gemiyi bir kez

de Hindistan’da borcundan dolayı tuttular. Yedi ay orada kaldık. Sene 1957’ydi. Kaptan yine bizden mezun bir ağabeyimizdi. İsrail gemilerinde de çalıştım. Bir arkadaşım onlara adam arıyordu. Bize gel Kazım dedi. Akabe Körfezi’nde bir gemiye gönderdiler. Oradan çıkıp Avustralya’ya, bütün limanlara uğrayarak Afrika’ya geçiyorsunuz. Dört ay sürüyor bir sefer. Birkaç sefer yaptım.”

“Beş günlük süvari iken gemimi hurdaya sattılar”

“Galfis diye bir şirket kuruldu Hong Kong’da. Pakistanlılar kurmuşlar. Sene 1980. Arkadaşlar oraya gittiler. Sağlam bir firma. Bizi de seviyorlar. Hem Müslüman hem beyaz olmamız dolayısıyla. Ben ilk gittiğimde Hong Kong’a bilet gönderdiler. ‘Falanca otele git’ dediler. Gittim, yerleştim. Birkaç gün sonra çağırdılar. Bir gemiye verdiklerini söylediler. Rıhtıma gittim, bir motor bekliyor. Demirli bir gemiye gittim. Gemi transatlantik. İki büyük bacası var. Nereye gider bu gemi, ne yapar? Geminin ikinci kaptanı karşıladı. Çıktık yukarı. Zabitlerin hepsi Pakistanlı. Ne yapar bu gemi dedim. Hiçbir şey yapmaz, burada yatar dediler. Meğerse oteller çok pahalı, burada yatıyorlarmış bunlar. Ben de öyle gitmeye çok meraklı değilim dedim. Fakat ne şans varmış bende. Dört beş gün geçti. Dediler ki gemiyi hurdaya sattık, 4-5 milyon dolar hurdası, yarın çıkacak gemi Hong Kong’dan Tayvan’a. İkinci kaptana dedim ki, ‘Orada sürekli bir akıntı var. Bu gemi zincir üzerinde fır fır dönüyor. Demiri alırken o zincir top gibi oluyor, bir gün evvelden bu demiri alalım’ ‘Peki efendim, gideyim makineye haber vereyim’ dedi. Dedim ‘Gerek yok.’ Benden önceki kaptan tam 43 manevra yapmış. Ben kısa bir manevrayla demir aldım.

“Hong Kong’u kara dumana boğduk”

“Geminin ismi Simbad 1’di. Gemi demirdeyken aşçının yemek yaptığı ocak bacayı kurum bağlatmış. Tam hareket ederken o kurumlar tutuştu. Onlar bir tutuştu. Simsiyah bir duman çıkarttı. Tüm Hong Kong şehri siyah duman altında. Dumanı kes diye anons ediyorlar ama nerede? O dumanla birlikte çıktık limandan. Bir günlük yol hemen hemen. Genç zabitler var. Ben yatıyorum, yaklaşınca beni kaldırırsınız dedim. 5 dakika geçmedi biri geldi. ‘Makine dairesinde yangın var’ dedi. Ben de gemiyi tanımıyorum. Atıyorum kendimi oradan oraya. Zar zor makine dairesini buldum. Çarkçı başı ‘Bir yere demirleyelim’ dedi. Baktım müsait. Demir attım. ‘İki üç saat sonra kalkabiliriz’ dedi. Kalktık. Erkesi sabah gittik. Çeşitli hurda gemiler gelmişler. Çok çabuk bozuyorlar gemileri.”

“100 metre derindeki çapamla Cebelitarık’ı geçtim”

“Galfis’ten ayrıldıktan sonra tanıdığım bir Türk firmasında çalışmaya başladım. Beni de tanırlar, severler. 145 bin tonluk Türk gemisi, adı Karadeniz S. Bu gemi Sönmez Denizcilik’in. Ben de en gözde kaptanıyım. Gemiyle Cebelitarık’a geldik. Yakıt alıyoruz. Çok gemi var etrafta. Birkaç saat içinde hemen yakıtı al, kalk. Etrafımızda vızır vızır gemiler dolaşıyor. 100 metreden derin su. Zinciri alıyor gemi, ama demiri kaldırmıyor. Tam 5 ton. İleri geri, aşağı yukarı falan kaldırmıyor. Ama kalkmam da lazım. Zinciri alıyorum ama demir alamıyorum. Öyle demir sallana sallana çıktım. Dedim sabah Fas sahillerinde oturturum. Alırım bunu. Öyle geçtik Cebelitarık’ı. Geçen gemiler görmüyorlar tabii. Demir 100 metre aşağıda sallanıyor. Sabah aldık demiri.”

“Gemi batıran kaptanım”

“Bir demir yükleme limanı var Brezilya’nın. Çok süratli yüklüyorlar. 30 kişilik personelim var gemide. Yükledik demiri. Dönüş yolunda Türk gemisi arıyoruz konuşmak için. Oltayı attım ben. Birisi takılır yani. Barbaros’un torunu var mı buralarda falan diye konuşuruz. Böyle giderken makinede bir arıza oldu. Makine dairesinden su almaya başladı gemi. Geminin batacağını anladım. 30 personel var. Zaten dibine kadar yüklemişim gemiyi; 5-10 bin ton. Sonra batacak gemi. Açık deniz. Hemen fırladım kamaradan. Beraber koştuk makine dairesine. Çarkçıbaşı ‘Şu valf kırık, şuradan su geliyor’ dedi. ‘Soğutma suyu devresi. Basamıyoruz’ dedi bunu. Biraz bekledim kenarda. Durumu beğenmedim. Gidip etrafta gemi var mı diye bakayım dedim. Cebelitarık’a yakınız. Oradan İspanya’nın bir limanına gidecektik. Çarkçıbaşı köprü üstüne geldi. Efendim suyu basamıyoruz, yapacak bir şey yok dedi. Bu demek ki gemi batacak. Bu 5 saat mi olur, 10 saat mi olur ama batacak gemi. Hemen anons ettim.”

“Ben de sizinle batacağım”

“Gemi 30 saat sonra battı. Şişirdik salı ama epey adam kaldı. Gece teker teker iniyorsunuz ip merdivenlerden. En son ben ineceğim. Kamarot vardı yaşlı biri. İnmeye gözü kesmedi. Benim yanıma geldi. ‘Anladım efendim’ dedi. ‘Siz de gemiyle batacaksınız. Ben de sizinle batacağım’ dedi. Ben de ‘Yürü git dedim. Sen git, ben de geliyorum seninle beraber. En son ben’ dedim. Korka korka indi adam. O geceyi salda geçirdik. Korkmadık diyemeyiz ama panik falan yoktu. Gemidekiler bana bakıyorlar. Kaptanda bir panik varsa onlara da sirayet eder. ‘Korkmayın, 3 tane sal var, kurtulacağız’ dedim. Nitekim öyle de oldu.”

“Çağırsalar koşarak giderim”

“2000 senesinde Giresun’dan kılavuz kaptan olarak çağırdılar. Gelen gemileri yanaştıralım diye. Bir iki sene çalıştım orada. Yolda kalp krizi tuttu. Gittim hastaneye kalp pili taktılar. Halen kalp krizi geçiriyormuşum meğerse. Ambulans uçakla getirdiler Amerikan Hastanesi’ne. Ben de yaşlandım. Kalp pili olanlara denizde çalışmaya müsaade etmiyorlar. Yoksa daha çalışırdım. En tecrübeli zamanım şimdi. Gözüm kapalı neyin ne olacağını biliyorum. Beni şimdi çağırsalar koşa koşa giderim.”

“Bir kez daha dünyaya gelsem  yine kaptan olurum” 

“Kaptan olmak harika bir şey. Bir kere sen karar veriyorsun işlerinde. Amirin falan yok. Doğru veya yanlış sen karar veriyorsun. Baba bilir diyorlar. O mesuliyeti yüklenmek güzel.”

“Bana kaptanların yüz karası” derler” 

“İçki içmem, sigara içmem, çay içmem, kahve içmem, sudan başka bir şey içmem. O yüzden bana kaptanların yüz karası derler. Oysa kaptan yalnız adamdır. Gidip de gemide, aşağıda genç çocukların arasına katılamaz. Arada bir katılır ama onlar kendi aralarında şakalaşırlar falan. Biraz ağıra alır kendini. Zaten yaş itibarıyla da genelde uyuşamayız. Onun için tek başına yaşar. Dolabımız doludur ikram etmek için. Sigara envai çeşit, içki envaiçeşit. Ben gittiğimiz memleketlerde ikram ediyorum içkiyi ama ayıp olmasın diye bir yudum alıp içiyorum. O kadar benim içkiciliğim. Herkes benim gibi olmadı.”

“Dolu dolu anca 10 yıl geçirdik”

Kazım Kaptan’ın eşi sürekli yanına gelip bir isteği olup olmadığını soruyor. Sanki yeni evli gibiler. Ülkü Albayrak evlikleri ve denizci eşi olmakla ilgili şunları anlatıyor: 

“Mesleğin renkli tarafı olduğu kadar zorlukları da var. Özellikle de denizci eşleri için. Öncelikle iş bitirici olacaksınız, keçenizi sudan çıkarmayı bileceksiniz çünkü çocuklar var. Onları yetiştirmek, evinize bakmak zorundasınız. Biz 60 yıllık evliyiz, dolu dolu 10 yılını ancak birlikte geçirdik.” 

“Oğlu Kazım’ı tanımadı”

“Bir sabah hiç unutmuyorum, büyük oğlum uykudan uyandı baktı ki evde biri var, o zamanlar 2 yaşında. ‘Anne kim bu adam?’ dedi. Oğlum babanız dedim. “Söyle gitsin buradan” dedi. Tanıyamadı Kazım’ı. Yani bu meslek anlatıldığı kadar kolay zamanlar yaşatmadı bize.”

“Geminin battığını duyup bekledim”

“Haber alamadığım çok zamanlar oldu. Çünkü gemiden çıkacak telefon bulacak ve beni arayacak ki eğer evdeysem konuşabilelim. Geminin battığını duydum. Telefon geldiğinde daha hiçbir şey söylenmeden hissettim çünkü anlıyorsunuz öyle bir durumda. Kazım’dan telefon beklemeye başladım. Sesini duyup iyi olduğunu anlayınca rahatladım.”


Bunları da beğenebilirsin