Denizcinin anasayfası

Dünya boya devi Jotun’da zirveyi Türkler yönetiyor

Jotun Doğu Avrupa ve Orta Asya'dan sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Ergün 16 Türk'ün tüm dünyada Jotun'da üst düzey görevler aldığını söyledi.

Jotun Doğu Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Ergün, “Gururla söylüyorum, 16 Türk üst düzey yöneticisi, dünyada birçok ülkede genel müdür, bölge direktörü, başkan yardımcısı pozisyonunda Jotun’da çalışıyor” dedi.

Jotun Doğu Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Ergün, FinansGundem.com’dan Volkan Karsan’a konuştu.

‘Devlerle Sohbet’imizin ilk konuğu Boya Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkan Vekili, Türk-Norveç Ticaret Odası kurucu başkanı ve Jotun Doğu Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Ergün… Kendisiyle, tam 40 yıllık bir iş hayatı tecrübesini, boya sektörünü ve genel ekonomiyi konuştuk…

Norveçliler için kısa vade 10 sene, Polisan için uzun vade 1 sene

– Sayın Ergün, Vikipedi’de sizin bir hayat hikayeniz var. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden sonra 1982 yılında Norveç Deniz Akademisi’nde ihtisasınız tamamlanıyor. Bundan sonra 1986 yılı Jotun temsilciliğine kadar iş hayatınızda neler oldu?

– Norveç Denizcilik Akademisi’ne bir bursla gittim. Dönüşte iki yıl o şirkette, Cerrahoğlu’nda çalıştım. Daha sonra oradan ayrılıp bir arkadaşım ve bir akrabamla birlikte, yine denizcilik sektöründe, gemi yan sanayi, gemi yedek parçaları konusunda bir şirket kurduk. Ama benim akrabam olan üçüncü ortağımız, biz kazanılan bütün paraları sermaye diye biriktirirken, o paraların kendi hakkı olduğuna inanıp, alıp yurt dışına kaçtı. Biz tekrardan bu sefer eksiden başlamak zorunda kaldık. O dönem Jotun’un deniz boyalarının Türkiye temsilciliğini almıştık. 1986 yılında temsilci olarak başladık. Üç yıl boyunca iyi iş yaptık, hakikaten sıfırdan başlayıp, pazar payını yüzde 20’lerin üzerine çıkartınca, Jotun, bize ortak girişim (joint venture) teklif etti. “Gelin ortak olalım. Üretim tesisi kuralım” dedi.

O dönemde Polisan da üçlü ortaklığın parçası olarak devreye girdi. Çünkü Polisan kuruluşunda, Jotun teknolojisinden yararlandığı için iyi bir ilişkileri vardı. O üçlü ortaklıkta Polisan kendi tesislerinde üretici ortak, Jotun know-how veren, biz de işi yapan pazarlamayı satışı yöneten, şirketi idare eden ortak olarak başladık. Bu işbirliği 1989 yılında kuruldu ancak 1991 yılına kadar devam edebildi. Jotun ile Polisan arasında çıkan bazı sorunlardan dolayı ortaklık bitti. Ancak burada ne Jotun’un ne de Polisan’ın bir art niyeti yok, bunu hemen söyleyeyim. Sadece ve sadece iş hayatındaki vade tanımlamalarına, beklenti tanımlamalarına Norveçli bakışı ile Türk bakışının hiç uyuşmamasından dolayı ortaya çıkan bir durum oldu. Şöyle ki Norveçliler için kısa vade beş ila on sene iken, Polisan için uzun vade bir sene idi. Dolayısıyla anlayış farkından dolayı uyum sağlanamadı. Polisan ayrıldı, biz kaldık ve Çerkezköy’deki fabrikayı inşa ettik… O zaman üreticiliğe de başladık…

Boyanın anlamı yapıların, malzemelerin ekonomik ömrünü uzatmak

– O zamana kadar deniz boyaları devam ediyor değil mi?

– Deniz boyalarının bir kısmını ithal ediyor, bir kısmını Polisan tesislerinde üretiyorduk. Daha sonra o fabrikayı inşa ettiğimizde eş zamanlı olarak bir toz boya fabrikası da satın alındı. Yine Çerkezköy’de yan yana… O zamandan itibaren elektrostatik toz boyalar, deniz boyaları, ağır sanayi boyalarının üretimine de başladık. Daha sonra 2000’li yıllardan sonra inşaat boyaları da devreye girdi. Bugün geldiğimiz noktada ciro olarak baktığımızda Türkiye’nin üç numaralı firması konumundayız.

– Bir ülke ekonomisi için boya sanayi ne ifade eder?

– Çok şey ifade eder. Biz boya deyince, aman evler güzel gözüksün, arabam güzel dursun, pırıl pırıl parlasın, bunu düşünürüz. Ancak onun daha ötesinde bir önemi var boyanın… Yani yapılan bütün yapılar, metal olsun, beton olsun, ahşap olsun tabiatın etkisiyle çürüyorlar. Korozyon oluşuyor, küf oluşuyor, mantar oluşuyor, çürüyor ve bir milli değer kaybı oluyor. Bu milli değerin ömrünü uzatabilmenin tek yolu, bu yapıları tabiatın etkilerinden korumak. Bu da ancak boya ve kaplama malzemeleri ile mümkün. Dolayısıyla boyanın benim gözümdeki anlamı, estetik katkının çok ötesinde ekonomik ömrü uzatmaktır. Böyle tanımlıyorum. Yapıların ve malzemelerin ekonomik ömrünü uzatan bir unsurdur.

Boşa giden suyu pompalamakta kaybedilen enerji, o dönemde Denizli gibi sanayisi oldukça ileri bir kentin bir günlük elektrik ihtiyacına denk geliyor.

– O zaman ekonomi için de oldukça önemli bir unsur boya…

– Çok önemli. Bir örnek vereyim. Biz bu işe başlarken 80’lerin sonunda, Teknik Üniversite Kimya Metalürji Fakültesi ile görüşüyorduk. Öğrenmek için… Onların yapmış olduğu bir araştırmanın sonucu beni çok etkilemişti. İstanbul’daki su borularında oluşun korozyonun etkilerini araştırmışlar. Barajlardan ve su tevzi noktalarından hanelere, tüketiciye dağılan borulardaki korozyon neticesinde üç tane önemli olay ortaya çıkıyor. Bu suyu pompalamak için bir elektrik enerjisi kullanılıyor. Korozyondan dolayı oluşan çatlaklardan, patlaklardan ciddi bir su kaybı var. Boşa giden suyu pompalamakta kaybedilen enerji, o dönemde Denizli gibi sanayisi oldukça ileri bir kentin bir günlük elektrik ihtiyacına denk geliyor. Şöyle söyleyeyim. Suyu pompalamak için bir elektrik enerjisi üretiyorsunuz, Suyu pompalıyorsunuz. 24 saat içinde o suyun bir kısmı kaçıyor. Dolayısıyla harcadığınız elektrik enerjisinin de bir kısmı da boşa gitmiş oluyor. Bu boşa giden kısım Denizli’nin bir günlük elektrik ihtiyacı. Birincisi bu… İkincisi ise, kaybolan su hacminin bizzatihi kendisi, bu miktar da korkunç… Bir şey daha var, su kesilmelerinden dolayı sular geri çekilince hatlarda vakum oluşuyor. Kanalizasyon ve içme su hatları yakın olduğu için bu sefer sıhhi sorunlar oluyor. Bu çok basit bir örnek, korozyona karşı uygun koruma yapılmadığı zaman doğan zararı o dönemde bu şekilde hesaplamışlar.

Türkiye’de başka hiçbir yerde uygulanmayan tedbirler aldık

– Bu boruları korumak için de boyamak mı söz konusu yoksa özel bir malzeme mi var?

– Kaplamak, boyamak çözüm bunlar. Sarma da olabilir ama bu işin esası boyadır.

– Bir bölümünü bahsettiniz, ama boya ve izolasyon maddelerinin çevre duyarlılığıyla ilgili ilişkisi nedir?

– Tabii var. Son yıllarda özellikle son 10 – 15 yılda oluşan uçucu organik maddelerin doğaya verdiği zararlar konusu çok gündemde. Uluslararası boya firmaları bu konuda AR-GE’ye çok ciddi yatırımlar yapıyorlar. VOC (Volatile Organic Compounds) denen uçucu organik bileşiklerin boya içindeki oranını çok çok düşük seviyelere getirmek için ciddi çalışmalar yapılıyor. Dolayısıyla ben kendi firmam adına konuşabilirim, Jotun’un şu anda dünyada en önem verdiği konulardan biri çevre dostu üretim yapabilmek ve çevreyle uyumlu boyalar üretebilmek. Onun için biz çevre dostu bir şirket olarak tanınıyoruz. Kimyevi maddeler konusunda iş yapan bir firmanın kendini çevre dostu olarak tanımlaması oksimoron gibi görünebilir ama öyle değil…

– Pandemi sürecinde çok önemli duruşu olan bir kurum oldunuz? Basında da yer aldı. Genel olarak bu süreçte neler yaşadınız?

– Bu noktada bizim uluslararası bir firma olmamızın avantajı vardı. Biliyorsunuz bu hastalık önce Çin’de çıktı, ondan sonra Malezya, Endonezya oralarda hissedilmeye başladı. Daha Türkiye’de acaba salgın mıdır, pandemi midir, pandemi ne demek diye düşünülürken, bizim oralardaki ofislerimiz ve üretim tesislerimizde çok ciddi önlemler alınmaya başlanmıştı bile. Biz anında “best practice transfer” en iyi yapılan uygulamayı benimseme yöntemi ile oradaki meslektaşlarımız neler yaptılarsa (Türkiye’de daha hiç bir önlem almazken kimse) onu uygulamaya başladık. Türkiye’de başka hiçbir yerde uygulanmayan tedbirler aldık. Bu sayede üretimiz hiç sekteye uğramadı, vaka sayısı fabrikada oldukça düşük kaldı, hiç bir şekilde yayılmadı. Biz kendi filyasyonumuzu kendimiz yaptık hatta bütün arkadaşlarımıza, çalışanlarımıza termometre ve bir de fabrika doktorumuzun hazırladığı bir tablo dağıttık. Akşam evde, hane halkının ateşlerini ölçtüler, o tabloya doldurdular ve sabah geldiklerinde kendi ateşleri ölçülürken o tablo da kontrol edildi. Böylece evdeki vakaları da, süpheli durumları da takip edebildik. Arkadaş geliyor, hiç bir şeyi yok, “Karımın dün akşam 38,5 ateşi vardı” diyor. “Sen git evine dinlen” diyoruz. Ertesi gün yine kontrol ediyoruz. Böyle takip ettik. Sonra hiç ücretsiz izin gibi yollara sapmadık. Vardiyalarda çalışan insan sayısını azaltıp, vardiya sayısını artırdık. Üretimi düşürmedik ama daha az sayıda insanı yan yana getirerek daha fazla vardiya, daha kısa saatlerde bu dönemi atlattık, atlatmaya çalışıyoruz.

Bizim istihdam edip, bire bir benim ilgilenerek gelişmelerinde çok katkım olan, birlikte çalıştığım 16 tane Türk üst düzey yöneticisi, dünyada birçok ülkede genel müdür, bölge direktörü, başkan yardımcısı pozisyonunda Jotun’da çalışıyorlar. Şu anda Norveç’te genel merkezde üç tane çok önemli pozisyonda benim genç arkadaşlarım var
Jotun’da üst düzey görev almak için Türkçe önemli bir lisan oldu.

– Son dönemde bulunduğunuz görevde, bir dünya markası olan Jotun’un iş hacminin ne kadarını yönetiyorsunuz?

– Aslında yeni değil, neredeyse 10 senedir bu görevi devam ettiriyorum. Alan olarak baktığınızda bayağı büyük. Şöyle söyleyeyim Bulgaristan, Romanya bütün Balkan bölgesi, Rusya ve Orta Asya. Yani Avrupa’dan Çin’e kadar neredeyse dünyanın üçte biri. Gururla söyleyeceğim bir şey var. Buraları ben yönetiyorum ama geri kalan bir kısmını da benim Türkiye’de işe alıp kendi yetiştirdiğim Türk arkadaşlar yönetiyor. Bizim istihdam edip, bire bir benim ilgilenerek gelişmelerinde çok katkım olan, birlikte çalıştığım 16 tane Türk üst düzey yöneticisi, dünyada birçok ülkede genel müdür, bölge direktörü, başkan yardımcısı pozisyonunda Jotun’da çalışıyorlar. Şu anda Norveç’te genel merkezde üç tane çok önemli pozisyonda benim genç arkadaşlarım var. Uzak Doğu bölgesi yani güneydoğu Asya bölgesinin başındaki başkan yardımcısı da bizim yetiştirdiğimiz. Türkiye’den giden bir arkadaşımız.

– Yani Jotun, Norveç Deniz Akademisi’nde bu burslu okuyan öğrenciye teşekkür borçlu gözüküyor?

– İşin esprisi, Jotun’un CEO’su iki sene önce bir konuşmada şöyle demişti. Tamamen esprili bir konuşmaydı: 1970’li yıllarda Jotun’da yükselebilmek için Norveççe bilmek çok önemliydi. Daha sonraki yıllarda gelişen globalizasyon ile İngilizce bilmeden bir yerlere gelmek mümkün değil. Ama şimdi görüyorum ki Jotun’da üst düzey görev almak için Türkçe önemli bir lisan oldu.

Yakın zamanda ciddi bir zam bekleyebiliriz

– Önemli bir iş adamı olarak dünyanın genel ekonomik gidişi ile ilgili neler söylersiniz?

– Dünyanın genel ekonomik gidişatı hakkında ahkam kesmek benim uzmanlık alanımın biraz dışında. Ama ben yaşadıklarımdan yola çıkarak bir şeyler söyleyebilirim. Gerek pandemi, gerekse iklim sorunları, bu geçtiğimiz sene dünyada, sanayide çok ciddi bir krize yol açtı. Bu sadece boya sektöründe değil. Kimya, plastik ve petrol türevi ile üretim yapan sanayilerin, ham madde fiyatları yüzde yüzü aşan zamlar gördüler. Bizim tedarikçilerimiz, uluslararası dev şirketler, force major (mücbir sebep) ilan edip, konfirme ettikleri siparişleri veremeyeceklerini bildirdiler.

O sırada iklim sorunlarından dolayı fabrikalar kapandı, gemilerde konteynerler yüklenemedi. Konteyner krizi başladı. Yani bin 600, iki bin dolarlık konteyner nakliyesi 9 bin doları aşmış durumda, o da eğer bulabiliyorsanız. Dolayısıyla sanayi sektöründe ciddi bir üretim darlığı ve ham madde krizi var. Bunun ne zaman aşılacağını da göremiyoruz. Bu durum, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada piyasaya bir çok maddede zam olarak yansıyacak. Bunlara da hazırlıklı olmak lazım. Mesela beyaz eşya… Saç, çelik piyasasında ciddi bir fiyat artışı oldu. Kimyevi maddelerinde, boya kaplama malzemelerinde, plastik aksamlarında da… Dolayısıyla henüz gelmediyse de yakın zamanda ciddi bir zam bekleyebiliriz. Bu ve buna benzer birçok üründe zincirleme zam beklenebilir.

Dijital kontratlar, Ethereum’un üzerine yüklenerek piyasada kontrgaranti olarak gösterilebiliyor ve böylece krediler alınmaya başlanmış. Çok enteresan yere doğru evriliyor ekonomi. Bizim de uyum sağlamamız ve artık öğrenmemiz lazım.

– Belki dünya ekonomisinin en önemli konusu değil ama, deneyimli ve uzun yıllar yatırımlarla uğraşan bir iş adamı olarak yeni palazlanan dijital para konusunda düşüncelerinizi de alabilir miyiz?

– Bu bizim sektörümüzle çok ilgili değil. Bu konuda Özgür Demirtaş’tan görüş almak lazım. Bugün YouTube’da bir videosunu izliyordum. Çok enteresan gelişmeler de var. Ethereum ile mesela kontratlar yapılabilmeye başlanmış. Yani dijital kontratlar, Ethereum’un üzerine yüklenerek piyasada kontrgaranti olarak gösterilebiliyor ve böylece krediler alınmaya başlanmış. Çok enteresan yere doğru evriliyor ekonomi. Bizim de uyum sağlamamız ve artık öğrenmemiz lazım.

– Sizin bu marka ile ilişkiniz ilginç sanırım… Önce temsilci, sonra ortak, sonra profesyonel olarak aynı marka ile yürüyorsunuz… Nasıl bir duygu bu?

– Evet ben 2000’li yılların başında hisselerimi Jotun’a sattım. Bizim şirketimiz öyle bir yapı ki, ben hisselerimi satmadan önce de sattıktan sonra da kendi konumumda ve şirket yönetiş tarzımda hiç bir değişiklik olmadı. Bana öyle bir alan bıraktılar ki, alan açtılar ki, ben şirketi hala eskisi gibi yönetiyorum. Jotun bir aile şirketi zaten. Borsaya açık değil. Bu dünya devi Jotun şirketinin sahibi bir tek aile. Yönetim Kurulu Başkanı da ailenin bir üyesi. Profesyonel olarak işi kendi yönetmiyor. Bu kişi, ünlü bir avukat, Norveç’in önemli bir hukuk bürosunun sahibi. Güvendiği profesyoneller şirketi yönetiyor. Ama kendisi yönetim kurulu başkanı olarak şirkette bulunuyor, ilgi gösteriyor. Örnek bir yapı Jotun. Dolayısıyla ben bu şirkette hisselerimi satmaya karar verip konuşup anlaştıktan sonra, benimle beş yıllık bir kontrat imzaladılar. Dediler ki “beş yıl gitme bir yere”. Ama o beş yıl oldu 20 yıl, benim hala bir yere gittiğim yok.Ben son derece mutluyum.

Doğada dolaşmak, avcılık yapmak beni çok rahatlatıyor

– Her iş adamın hobisi olmalı mı? Sizin, avcılık, tesbih koleksiyonu, Osmanlıca merakı gibi ilgi alanlarınız var, başka hobileriniz de var mı?

– Sadece tespih değil, antika merakı diyelim. Şartların müsaade ettiği ölçüde koleksiyon yapmaya çalışıyorum. Bir insanın tek ilgi alanı sadece iş olursa bana göre sağlıksız bir durum ortaya çıkıyor.

Çünkü iş hayatı sonsuz değil, belli bir yaşta bırakmak zorundasınız. İşi bıraktığınız anda, işin yerine ilgilenecek bir şey bulamadığınız zaman dünya hem siz, hem yakınlarınız için cehenneme döner. İnsan çalışırken eğlenmeli, mesela ben çalışırken çok eğleniyorum. Yani boya satmak dünyanın en sofistike, en keyifli işi değil. Bunu kabul ediyorum. Ama insan çalıştığı ortamı eğlenceli hale getirebilmeli. Ben, iş arkadaşlarımı seçerken aynı kafada, çalışırken eğlenebileceğim ve çok gülerek çalışacağım kişilerden seçtim. Bir yönetim ekibim var, pandemi süresinde de her sabah dijital ortamda toplanıyoruz. İki saat konuşuyoruz, Günü değerlendiriyoruz, haftayı değerlendiriyoruz, işlerimizi değerlendiriyoruz. Ama bu iki saatin yarım saatini hilafsız kahkahalarla geçiriyor. Bu yüz yüze çalışırken de böyleydi. Çalışırken eğlenebilmek çok önemli.

İş hayatınız bittikten sonra kendinizi meşgul edecek ve mutlu edecek uğraşılarınız olması lazım. Mesela doğada dolaşmak, avcılık yapmak beni çok rahatlatan bir şey… Benim daha çok, büyük av merakım var. Türkiye’de genellikle domuz avına gidiyorum. Kuşa pek çıkmıyorum. Ama yurt dışında Afrika’da da avlar yaptım, Trofe denen büyük hayvanlar, Rusya’da ayı avı, Afrika’da ova hayvanları, kudular (bir tür antilop), zebralar, Avrupa’da çeşitli geyik türleri… O tür avlara katıldım. Son zamanlarda iş dolayısıyla çok da vakit bulamıyorum. Bu pandemi de etkiledi. Mesela geçen yıl ava gidemedim, içime dert oldu. Türkiye’de özellikle şimdi bulunduğum Ege bölgesinde domuz avı çok kolay, bahçeye bile gelebiliyor domuzlar. Avcılık beni dinlendiren, kafamı boşaltan bir uğraşı.

Benim daha çok, büyük av merakım var. Türkiye’de genellikle domuz avına gidiyorum. Kuşa pek çıkmıyorum. Ama yurt dışında Afrika’da da avlar yaptım, Trofe denen büyük hayvanlar, Rusya’da ayı avı, Afrika’da ova hayvanları, kudular (bir tür antilop), zebralar, Avrupa’da çeşitli geyik türleri… O tür avlara katıldım.

– Avcılığa eleştirel bakanlara karşı fikir olarak, avcılığın çevreci bir davranış olduğunu, bunun kuralına göre ahlaklı yapıldığında çevreci bir davranış olduğunu iddia edenler de var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

– Bu bir iddia değil, gerçek. İyi avcı, bilinçli avcı dünyanın en iyi çevrecilerinden biridir. Çünkü ava tutkun, avı seven bir avcı, eğer çevreye özen göstermezse o avı bir daha bulamayacağını bilir. Yani çevreci bir avcı katliam yapmaz. Mesela kuş avına gidip 50 tane kuş vurmaz. İyi bir avcı, yiyeceğinin dışında hayvan avlamaz.Trofe avcılar hariç, o başka bir branş. İyi avcı, hangi hayvanın hangi mevsimde avlanacağını bilir. Kaç yaşında hayvan avlanır, kaç yaşından önce hayvan vurulmaz bunları bilir. Bunları bilen avcıların yaptığı avlar, doğanın dengesini de korur. Bir cinsin doğada yaşlı oranı artmışsa avcı o dengeyi korumakla mükelleftir. O yaşlı jenerasyonun avlanması çok önemlidir. O hayvan ırkının iyi bir şekilde gelişebilmesi için Avrupa’da özel avlaklarda belli bir yaşın üzerindeki hayvanları vurmak için bedava av düzenlerler. Çünkü o belli yaşın üzerindeki hayvanlar vurulmazsa, onların azalmasına doğal seleksiyon da yardım etmezse nesil yaşlanmaya başlıyor, ırkın kalitesi düşüyor, yaş oranı olumsuz etkileniyor.

Benim yönettiğim şirkette ‘plaza dili’ni konuşmak yasak

– Yakından bildiğimiz bir konu daha var sizinle ilgili. Çok duyarlı bir Türkçe sevdalısısınız… Plaza dili ve bozulan Türkçe konusunda görüşünüzü rica edebilir miyiz?

– İnsanın her konuda, iş hayatında olduğu gibi normal hayatta da kendini düzgün ifade edebilmesi çok önemli. Bunun da en önemli aracı lisan. Bunda önem sırasında daha öne çıkan da anadildir. İnsanın anadiline hakimiyeti kendini gerek anadilinde, gerekse yabancı dillerde iyi ifade edebilmesinin olmazsa olmazıdır. Yani anadilini iyi kullanamayan bir insan, kendini hiç bir yabancı dilde düzgün ifade edemez. Şimdi iki kelime yabancı dil öğrenip Türkçe’nin içine bu kelimeleri katarak yalan yanlış bir dil icat edenlerin konuştuğu dile “plaza dili” deniyor. Bu da beni çileden çıkartıyor. Benim yönettiğim şirkette bu dili konuşmak yasak.


Bunları da beğenebilirsin