Denizcinin anasayfası

Bir resimden Barbaros Hayreddin’e uzanan hikaye

İLKFER Sanat Merkezi’mize gelen her yeni resmin yanına ressamı hakkında kısa bilgiler koymaya çalışıyoruz. Ressam Zühtü Müridoğlu’nun resminden yola çıkınca kendimizi Barbaros Hayreddin Paşa Anıtı’nda ve tarihi hikayelerin içinde bulduk.

 

Ressam Zühtü Müridoğlu’nun bu resmi geldiğinde kendisini hakkında araştırma yaparken, aynı zamanda heykeltraş olduğunu da öğrendik. En önemlisi, Beşiktaş’taki Barbaros Hayreddin Anıtı’nı da Hadi Bara ile birlikte yapmış olduğu bilgisiydi. Bu vesile İki Türk heykeltraş tarafından yapılan bu anıtın hikayesini araştırmaya başladım.
Sorularımızın yanıtı Deniz Dergisi’nin Nisan –Mayıs 1944’te yayınlanan 106-107 sayısındaydı. Dergi, Barbaros Hayreddin Paşa Anıtı’nın açılış haberini çok fazla ayrıntıyla vermişti. Derginin bu sayılarında güzel bir hikayeye ulaşınca sizlerle de paylaşmaya karar verdim. Bu paylaşımları hazırlarken sevgili dostum Bülent Yanaşık, Yedi Sekiz Hasan Paşa ve Ali Suavi’nin olayını da araştırmamı isteyince ortaya çok ilgi çekecek ve çoğumuzun bilmediği bir belgesel daha çıkmış oldu. İyi okumalar diliyorum.

Müh. A.İlker MEŞE

 

 

 

BARBAROS ABİDESİ MERASİMLE AÇILDI
(Dergideki metin aynen kopyalanmıştır)
25 Mart 1944 Cumartesi İstanbul un büyük günlerinden biri olmuştur. O gün Beşiktaş’ta fevkalade törenle ve Milli Şefimizin uğurlu elleriyle Barbaros namına dikilen abidenin resmi küşadı yapılmıştır. Erkenden on binlerce halk tören sahasına dolmuştu. Etrafta deniz erleri, izciler, deniz ve şehir bandoları yer almıştı. Biraz açıkta Kocatepe ve Tınaztepe görülüyordu. Saat 15:15’te Milli Şef teşrif ettiler ve coşkun tezahüratla karşılandılar. Vali Dr. Lütfi Kırdar kısa bir hitabe ile Milli Şefimizin açış resmini bizzat yapmak lütfunu esirgemeyeceklerini halka müjdeledi. Bunun üzerine Cumhur reisimizin heykeli örten bayrağın kurdelesini kestiler ve örtü açılırken bütün deniz vasıtaları düdük öttürdü. Milli şef heykeli tetkik ettiler ve bu sanat eseri ile alakadar oldular. Bundan sonra otomobilleriyle alkışlar arasında tören yerinden ayrıldılar.
Müteakiben merasime devam edildi. Vali Lütfi Kırdar bir nutukla Barbaros’un tarihi başarılarını anlattı. Büyük Ata’nın ve sonra Milli Şefin bu Türk amiraline olan alakalarını belirtti, büyük amirale yeni taahhütler yaptı ve abideyi hazırlayan Türk sanatkarlarına teşekkür etti. Ayrıca Milli Şefin Barbaros’un vakfiyesinin ihya edilmesi hakkında verdikleri emirleri bildirdi. Validen sonra deniz üsteğmeni Yavuz ve Şehir Meclisinden Meliha Avni hitabede bulundular. Abidenin etrafına başta Milli Şefimiz namına gönderileni olmak üzere birçok çelenkler yerleştirildi. Merasim de Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay, Donanma Komutanı Koramiral Şükrü Okan ve daha birçok generaller, mebuslar, C.H.P. Reisi, Belediye erkanı hazır bulunmuştur. Deniz ve kara kıtalarının iştiraki ile bir de geçit resmi yapılmıştır.

 

(1944 Abidenin açılış töreni)

 

Geçit töreninden sonra Barbaros Kupası namı altında bir koşu yapılmış ve kupa Haydarpaşa Lisesi’ne verilmiştir. Bu törenin yapılması ile İstanbul hem ünlü Türk Amirali Barbaros’un bir heykeline, hem Türk Sanatkarlarının bir şaheserine sahip olmuştur. “Deniz” şehre iftar edilecek bir eser kazandıran İstanbul Belediyesini canı gönülden tebrik eder.

 

(1944 yılı, Beşiktaş Barbaros Abidesi)

 

Barboros Türbesi’nin ve Deniz Müzesi’nin önündeki alana Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu tarafından 1941-1943 arasında hazırlanıp, 1944 yılında dikilen anıtsal heykelin adıdır. Gemi pruvası görüntüsü veren küfeki taşından 11.5 m yüksekliğindeki anıtın yaklaşık 2.5 metrelik ilk platformu üzerinde Barbaros ve iki levendin heykelleri bulunmaktadır. 6900 kg bronzun kullanıldığı anıt dönemin parasıyla 52.000 liraya mal olmuştur. Heykel kaidesinde Barbaros’u Kanuni Sultan Süleyman’ın huzurunda gösteren kabartma ile heykelin arkasında Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı’ adlı şiirinden alıntılanan; “Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? / Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor! / Adalardan mı? Tunus’tan mı, Cezayir’den mi? / Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi / Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor; / O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?” dizeleri yazılıdır.

 

(Abidedeki dizeler)

 

Günümüzle şaşırtan benzerlik

“NOT: Derginin bu sayısında, Yayın Müdürü Emrullah Nutku’nu bir de radyo konuşması vardır. Emrullah Nutku, meşhur denizci Süleyman Nutku’nun oğludur. Bu konuşmayı sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim. Günümüz Türkiye’si ile benzerliklerine şaşıracaksınız. Kısa bir özetini paylaşmak istiyorum.”

 

Sevgili dinleyicilerim,
Seksen yıllık ömrümün altmış yılını engin ufuklar üstünde tabiatın en korkunç kudreti olan denizlerde insafsız fırtınalarla merhametsizce boğuştuktan sonra dört yüz yıldan beri büyük denizci Hayreddin Paşa’nın baştanbaşa bir tarih olan hayatına eş mütevazı türbesi etrafında bugün gördüğüm kaynaşmanın hala heyecanını duyarak size bu akşam İstanbul Radyosu’ndan hitap etmek fırsatı kazandığım için bahtiyarım.
Sayın yurttaşlarım,
Büyük Türk hükümdarı Sultan Mehmet’in 1462 yılında Midilli adasını zapt için gönderdiği Türk ordusuyla bu adaya gelen Yakup Bey adlı bir sipahinin oğlu olan Hızır 1466 yılında Midilli adasında doğmuştur. Kahramanlıkla yoldaşı, denizcilikte üstadı olan büyük kardeşi Oruç Reis’le henüz 20 yaşına girmeden denizler üstünde ve fırtınalar arasında yiğitlik imtihanına atıldı.
Oruç Reis ve Hızır Reis, bu iki kardeşin hayatları ve maceraları birbirlerine o derece karışmıştır ki, tarih bile ayıramaz. Kimsenin yardımına muhtaç olmadan bütün Avrupa’nın düşmanlığına karşı birkaç gemiyle dövüşmeye başladılar. Akdeniz’i, İtalya ve İspanya kıyılarımı yabancı gemilere haram ettiler. Daha sonra, sadece kendi zekâları ile Cezayir’de bir devlet, bir hükümdarlık kurdular. O zaman Avrupa’nın hükümdarı olan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın rakibi olan Şarlken bu iki kardeşten çok çekiniyordu. Büyük kardeşi Oruç’un şanlı bir kara cenginde şehit olmasından sonra Hızır Reis büyük bir feragat ve hamiyet göstererek Cezayir’i Kanuni Sultan Süleyman’a hediye etti. Türk hükümdarının hükmü altına girdi. İşte böylece 1533 yılına kadar Avrupa milletlerinin Barbaros lakabı ile anıp tir tir titredikleri bu deniz kurdu bu tarihten sonra Hayrettin adını alarak Türk Osmanlı İmparatorluğun Kaptan paşalığa deruhte etmişti. Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptan Paşa sıfatı ile gördüğü hizmetler büyüktür.1538 yılında bütün Avrupa deniz kuvvetlerine karşı kazandığı o büyük Preveze zaferiyle meraklı ve heyecanlı bir romanı andıran Fransa’ya yardım seferidir.
Türk Padişahı Kanuni Süleyman’ın Fransız krallığını himaye etmesinden tarihi bir iftihar vesilesi ve milli bir gurur duyarsak Barbaros’un saik olduğunu unutamayız. Fransa’da kaldığı 1 yıl içinde Fransız amirallerine, kumandanlarına, denizcilik, askerlik dersleri vermiştir.
Fakat sayın dinleyicilerim,
Size şunu da söylemek mecburiyetindeyim. Şerefli mazimizin Barbaros Hayreddin devri ile bugünkü heyecan ve inan devri arasında kara bulutlarla geçmiş çok sıkıntılı yıllar vardır.
O kara asırlarda, zulümler, cehaletler, ilgisizlikler en çirkin keyifler ve ihtiraslar, sanki Türk milletini yok etmek için ittifak kurmuşlardı.
Bunda az kaldı muvaffak da olacaklardı. Burada şu tarihi dakikada size söylesem inanabilir misiniz ki, İstanbul şehri ve Türkiye, o kara asırları içinde Barbaros Hayreddin gibi bütün dünya tarihini yıldızlaşmış bir kahramanımızın adını büsbütün unutmuş gibi, mezarını ve türbesini bile ihmal etmişti. Bundan bir asırdan önce İstanbul’a gelen bir Avrupalı seyyah (Türklerin Amiral Nelson’u) olarak vasıflandırdığı büyük denizcinin mezarını aylarca araştırıp soruşturduğunu ve en sonra tesadüfen bulduğu bu türbenin kilidinin belki bir asır açılmamaktan paslanıp kaldığını gördüğünü büyük bir yürek acısıyla kitabına yazmıştır. Üfürükçülerine, büyücülerine, harem ağalarına yaldızlı kubbeli türbeler yaptıran bir takım Osmanlı Padişahlarının, Türk İmparatorluğunun şan ve şerefini yükselten Türk büyüklerine ve kahramanlarına karşı gösterdikleri bu ihmal ne acıdır.
Halbuki, kılıcıyla kanıyla kazandığı ganimet paralarla kendine saraylar yaptırmak iktidarından olan, fakat saraylar değil millet evladı için medreseler, okullar, hamamlar yaptıran büyük denizci, ölümünden evvel yine kendi parası ile yaptırdığı türbe, içindeki mukaddes ölüyle beraber asırlarca bakımsız kalmış, daima yüz yüze olmak istediği denizden görünmez olmuştu.
Şayanı şükrandır ki, her sahada feyz ve nurunu hissettiğimiz cumhuriyet devrimiz bu talihsiz ve ihmali en kısa zamanda önlemiş ve İstanbul şehrinin en güzel tarihi bir abidesi olan bu türbeyi meydana çıkardığı gibi şükür ve hürriyetini Atatürk devrimleriyle iktisap eden Türk milleti, halktan yetişmiş büyük bir milli kahramanına layık olduğu kadirşinaslığı göstererek sayın İstanbul Valisi’nin eliyle Barbaros Hayrettin manevi varlığının yanına bir de heykel dikmiştir. İşte ancak cumhuriyet devrinin bu mesut gününde milletimizi hakiki ve ona tam yarışır vazifesi başında gördük.
Barbaros Hayreddin, Ey büyük denizci. Deniz tarihimizin emsalsiz şahikası, uçsuz bucaksız enginlerin ölmez kahramanı. Mezarsız denizcileri temsil eden türbenin yanı başında, Türk Milleti’nin senin için diktiği bu abideden başka bir abiden daha var.
O da bugünkü ve bundan sonra gelecek Türklerin ve bilhassa atalarına yakışır evlat olmak ahdini taşıyan Türk denizcilerinin damarlarındaki asil kanla kaynayan coşkun yürekleridir. Kabrinde müsterih uyu, ruhun şad olsun.”

 

 

BARBAROS HAYREDDİN PAŞA KİMDİR?

Hayreddin Paşa, Selanik Vardar Ağalarından ve Midilli fatihlerinden Arnavut veya Türk bir sipahi olan babası Vardari Yakup Ağa ile ada halkından Rum Katerina’nın dört oğlundan biri olarak 1470’li yıllarda Midilli adasında doğdu. İsmi Hızır ‘dı. Kendisine verilen “Barbaros” lakabı, İtalyanca “Kızıl Sakal” anlamındaki “Barba Rossa”dan geliyordu.

Oruç Reis, genç yaşta kardeşi İlyas ile birlikte deniz ticareti yaparken, Ege Denizi’nde Rodos Şövalyelerine tutsak düştü. 1512 yılında serbest kaldıktan sonra, yaşadığı olayın etkisiyle tüccar yerine korsan olmaya karar verdi. Bir süre sonra kardeşi Hızır Reis de ticareti bırakıp ona katıldı. Akdeniz kıyılarına akınlar düzenleyip ganimetler elde ettiler. Cerbe Adası’nı üs olarak kullanan Hızır Reis ve ağabeyi Oruç Reis’in ünü bütün Akdeniz’e yayıldı. İki kardeş Tunus Sultanı Muhammed ile anlaşarak Tunus’taki Halkü’l-Vaâd (La Gaulette) liman kalesini kullanmaya başladı. Hızır ve Oruç, ele geçirdiği ganimetin beşte birini Tunus sultanına veriyor, kalan malları Tunus pazarında satıyorlardı.

Osmanlı donanmasının başına geçti

Hızır ve Oruç 1516’da ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Piri Reis himayesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’e gönderdiler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de onlara verdiği desteğin bir ifadesi olarak armağanlar yolladı. Oruç Reis ve Hızır Reis’in ağabeyleri İshak’ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika’da toprak edinmeye başladılar. 1516-1517’de İspanyollara karşı savaştılar ve Tenes, Tlemsen ve Oran kentlerini ele geçirerek Cezayir’i denetimlerine aldılar.

Hızır Reis 1520-1525 arasında Avrupa’nın Akdeniz kıyılarını vurarak büyük ganimetler elde etti. 1525’te Cezayir’i yeniden ele geçirdi. Ertesi yıl Jijel’e baskın düzenleyen Cenevizli Amiral Andrea Doria’yı yenilgiye uğrattı. I. Süleyman’ın Alman seferi sırasında Andrea Doria’nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni Hızır Reis’i İstanbul’a çağırdı ve 1533’te “Hayreddin” adını verdiği Hızır Reis’i Osmanlı donanmasının başına (kaptan-ı derya) atadı. 1534’te Akdeniz’e açıldı ve İtalya kıyılarına seferler düzenledi. 1534’te Tunus’u ele geçirdi.

Ancak Haçlı donanması karşısında Tunus’u bırakmak zorunda kaldı. 1536’da daha güçlü bir donanmayla İtalya kıyılarını vurdu. 1536 Ege Denizi’ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı. 1538’de Preveze Deniz Savaşı’nda Haçlı Donanmasını yendi. Toulon’da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543’te Kutsal Roma Germen İttifakını yenerek Nice’i aldı. 1546 yılı Temmuz başlarında 80 yaşını geçmiş olarak vefat etti. 

 

(Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi ve yeşil bayrak)

 

BARBAROS HAYRETTIN PAŞA TÜRBESİ

Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, XVI. yüzyılın ünlü denizci ve kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa için vefatından önce 1541’de (H. 948) Mimar Sinan tarafından Beşiktaş Meydanı’nda Sinan Paşa Camii karşısında deniz kenarına inşa edilmiş sekiz köşeli, tek kubbeli ve alt üst pencereli bir türbedir. Osmanlı donanması sefere çıkmadan önce Beşiktaş ile Üsküdar arasında toplandığı için, Mimar Sinan’ın yaptığı türbe Beşiktaş’ta inşa edilmiştir

Tek kubbeli türbede altlı üstlü 14 pencere yer almaktadır. Sandukasının üzerinde Zülfikar resimli yeşil bir sancak  asılıdır. Bu bayrak Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptan-ı Derya olduğu 1534-1546 yılları arasında kullandığı sancaktır. Sancağın zemini kendinden desenli ve şekiller beyaz ipek kumaşla aplike edilmiştir. Bir tarafta Saff süresi 13.ayet(Allah’tan bir yardım ve yakın fetih vardır.(ya Muhammed Müminlerine müjde ver),diğer tarafta Kelime-i Tevhih(Allah’tan başka bir ilah yoktur. Muhammed Aleyhisselam da O’nun resulüdür.)yazılıdır. Her iki tarafında da dört İslam Halifesinin isimleri, zülfikarlı kılıç, pençe ve altı köşeli yılız aplike bulunmaktadır. Ölçüsü(saçaklar dahil)214×295 cm.dir.

Türbenin kitabesinde “Hâzâ türbe-i fâtih-i Cezâyir ve Tunus merhum gazi kapudan Hayreddin Paşa rahmetullahi aleyh-sene 948 “ yazan türbe içerisinde Barbaros Hayreddin Paşa, dışında eşi Bâlâ Hatun ile Cafer ve Cezayirli Hasan Paşalar yatmaktadır. Barbaros Hayreddin Paşa her akşam mezarının üzerinde kandil yakılmasını vasiyet ettiği için türbe içinde iki şamdan, ayrıca bir ahşap Kur’an mahfazası, bir sakal-ı şerif ve bir metal vazo ile 1816 tarihli Seyyid İbrahim imzalı bir hat levhası bulunmaktadır. Türbe, Barbaros Hayreddin Paşa’nın yalısının yanına inşa edilmiş olup, zamanla ortadan kalkan bu yapının yeri mezarlık olarak kullanılmıştır.

 

Çırağan Baskını bağlantısı

Peki, yukarıda adı geçen Yedi Sekiz Hasan Paşa ve Ali Suavi’nin Barbaros türbesi ile ne ilgisi vardır? Çırağan Baskını ya da Çırağan Sarayı Vakası, 20 Mayıs 1878’de gerçekleştirilen, Çırağan Sarayı’nda tutulan eski Osmanlı padişahlarından V. Murad’ı kurtarmak ve tekrar tahta geçirmek amacıyla yapılan ihtilâl girişimidir. Öncelikle Ali Suavi’yi kısaca tanımak gerekiyor. (8 Aralık 1839 İstanbul – 20 Mayıs 1878) Osmanlı düşünürü ve yazarıdır. Türkçülük fikrinin ilk eylemcisi olarak kabul edilir.

II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi ile bilinen bir tarihî kişiliktir. Bu olaydan ötürü kendisine “Sarıklı İhtilalci” denilmiştir.
Padişah Abdülaziz’in bir fermanı ile Mısır Hidiv’i olması engellenen ve haksızlığa uğradığı düşüncesiyle Abdülaziz’e düşman olan Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, siyasi görüşleri nedeniyle İstanbul’daki görevlerinden alınıp Anadolu illerine atanmış olan Tanzimat Dönemi edebiyatçıları Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte Ali Suavi’yi Paris’e davet etti. Üçü, Türkiye’den kaçarak Marsilya’da buluştu; 30 Mayıs 1867’de birlikte Paris’e gittiler.

31 Ağustos 1867’de Kavalalı Hanedanı’ndan Mustafa Fazıl Paşa’nın maddi desteğiyle Londra’da “Muhbir” gazetesinin ilk sayısını çıkardı. Osmanlı topraklarında dağıtılan gazete, 50 sayı yayımlandı. Ali Suavi’nin sert üslubu, Osmanlı hükûmeti ile barışmak isteyen Mustafa Fazıl Paşa’yı memnun etmeyince gazete Kasım 1868’de maddi güçlükler nedeniyle kapandı. Ali Suavi yazılarını Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Londra’da çıkardığı Hürriyet gazetesinde yayımlamayı sürdürdü.

Londra’da tanıştığı bir İngiliz hanım ile evlendi. 1869’da Fransa’ya geçerek “Ulum” adlı gazeteyi çıkardı ve bu gazetede Türkçülük akımına öncülük etti. 1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra verilen izinle İstanbul’a dönebildi.

Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhine yazıları ile Abdülhamit’in gözüne giren Ali Suavi, Yıldız Sarayı Kütüphanesi Müdürü olarak görevlendirildi. Artık muhafazakâr ve saltanatçı bir çizgideydi. 1 Şubat 1877’de Galatasaray Sultanisi müdürlüğüne getirildi. Kendisinden daha liberal ve batı yanlısı düşüncelere sahip olan Maarif Nazırı Münif Paşa ile anlaşamadı ve 28 Ekim 1877’de görevden alındı. Bu olaydan sonra Abdülhamit yönetiminin şiddetli bir karşıtı oldu.

Bu görevden alındıktan sonra işsiz olduğu sırada 20 Mayıs 1878 günü V. Murat’ı tekrar tahta çıkarmak için yüz elli kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı’nı bastı. Olay yerine yetişen Beşiktaş karakol komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa darbeleriyle vurularak öldürüldü. Yıldız Sarayı civarında bir yere defnedildi.

 

Gelelim Yedi Sekiz Hasan Paşa’ya;
Yedi Sekiz Hasan Paşa (d. 1831 – ö. 23 Ocak 1905), Osmanlı paşası. Osmanlı ordusunda erlikten mareşalliğe kadar yükselebilen nadir isimlerdendir. Okuma-yazması zayıf olduğu ve imzası Arapça yedi (٧) ve sekiz (٨) rakamlarından oluştuğu için bu lakabı almıştır.

 

1831’de Çorum’un Kuşsaray köyünde doğdu. Askerliğine kadar demirci ustası olan babasının yanında çalışıp, askerlik vazifesiyle İstanbul’a geldi. Kırım Savaşı’na katılıp büyük yararlılıklar gösterdi. İstanbul’a dönüşünde çavuş oldu. Gözü pekliğiyle, daha çok Arnavut ve Çerkeslerin tekelinde olan muhafız alaylarında kendine yer edindi. Muhafız olarak katıldığı bir hac seferi sonrası içinde bulunduğu gemiyi batmaktan kurtarınca, Abdülmecit tarafından mülazımlık (teğmen) payesiyle ödüllendirildi.

Abdülaziz’in saltanatında Ağa payesiyle Beşiktaş karakol komutanı oldu. Ramazan’da yemek yiyip, içki içenleri dövüp sonra Allah ıslah etsin! diye bıraktığı rivayet edilir. II. Abdülhamit’i devirmek için Çırağan baskınını gerçekleştiren Ali Suavi’yi bir sopayla kafasına vurarak öldüren Hasan Ağa’ya bu olaydan sonra paşalık (generallik) unvanı verildi.

 

 

KISACA ÇIRAĞAN OLAYI NEDİR?
“Sultan Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilerek öldürülmesi, Şehzade Abdülhamid’in geleceğini şekillendirdi. Tahta çıkan Beşinci Murad’ın rahatsızlığı hiç umulmadık bir şekilde Şehzade Abdülhamid’e taht yolunu açtı.

İkinci Abdülhamid padişah olduğunda, faaliyetleriyle kısa sürede ordunun ve halkın gönlünü kazandı. 93 Harbi, 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona erdi. Ancak Rus askerleri de Yeşilköy’de idi. Ayrıca mağlubiyetin bir neticesi olarak Rumeli’den İstanbul’a binlerce muhacir gelmişti. İstanbul’da boş bulunan her yere yerleştirilen muhacirler çok zor şartlar altında yaşıyorlardı.

Osmanlı Devleti zor bir dönemden geçerken İkinci Abdülhamid’i tahttan indirmek için bir teşebbüse geçildi. Darbenin planlayıcısı Ali Suavi’ye göre dertlere çare üretecek kişi Çırağan Sarayı’nda göz hapsinde hayatını sürdüren eski padişah Beşinci Murad’dı. Beşinci Murad’ın annesi Şevkafza Sultan da işin içindeydi.

Ali Suavi, sultanı tahttan indirmek için İstanbul’da zor şartlar altında yaşayan muhacirleri etrafına topladı. Muhacirlerin çoğunluğu Ali Suavi’nin eski görev yeri olan Filipe’dendi. Muhacirlere, Bulgarlar’a karşı direnen Müslümanlara yardım etmek için bir cemiyet kurduğunu söylemişti. Bunun için Çırağan Sarayı önünde toplanılıp, dağıtılan silahlar teslim alınacaktı. Suavi’nin, baskından bir gün önce Basiret Gazetesi’nde kaleme aldığı yazı parolaydı. Yazısında, devletin içinde bulunduğu durumun oldukça kötü olduğundan ancak çaresinin de basit olduğundan bahsedip çareleri yazacağını ve bu yazısının yarına dikkat çekmek olduğunu söylüyordu.

20 Mayıs 1878’de 500 kadar muhacir, Çırağan Sarayı civarındaki Mecidiye Camii önünde toplandı. Bazı muhacirler de Kuzguncuk’tan mavnalara binip, Ali Suavi’yle birlikte Çırağan Sarayı’na yanaşıp rıhtıma çıktı. Mecidiye Camii önündekiler de saraya geldi. Muhafızlarla kısa bir mücadeleden sonra bir kısmı içeri girerken, diğerleri bahçede kaldılar.

Darbeciler, sarayın harem dairesine girip, Beşinci Murad’ı buldular. Ali Suavi, adamlarıyla eski sultanı kolundan tutup “Aman efendim, gel bizi Moskoflardan kurtar” diye bağırdı. Eski padişahın kollarına girip, “Sultan Murad çok yaşa” diye bağırarak merdivenlerden inmeye başladılar. Ancak Beşiktaş Karakol Komiseri Yedi-Sekiz Hasan Paşa durumdan haberdar olmuş ve Çırağan’a gelmişti. Hâl ve hareketlerinden Ali Suavi’nin liderleri olduğunu anlayınca, elindeki sopayı Ali Suavi’nin kafasına vurdu. Ali Suavi darbenin şiddetinden hemen orada öldü. Bunun üzerine Ali Suavi’nin adamları geri çekilmeye başladılar. Hasan Paşa’nın yanındaki askerler de Ali Suavi’nin adamlarına saldırdılar. Çırağan baskınında 23 kişi ölmüş, 15 kişi yaralanmış ve birçok kişi de tutuklanmıştı. Hasan Paşa’nın hızlı müdahalesi darbe teşebbüsünü engellemişti.”

 

(Çorum’daki 7-8 Hasan Paşa Saat Kulesi)

Bu olaydan sonra Paşalık rütbesine yükseltilen Yedi Sekiz Hasan Paşa,93 Harbi’nde de Kafkas cephesinde büyük yararlılıklar gösterir. Peki sonra neler olur? Barbaros Hayrettin Paşa ile bu olayın ne ilgisi var? bizi neden ilgilendiriyor sorusuna gelince:

Hasan Paşa yaz mevsiminde Çakalburnu’ndaki yalısında, kışın ise Beşiktaş’taki konağında yaşamıştır. 22 Ekim 1904 günü yakalandığı tifo hastalığı yüzünden Beşiktaş’taki konağında vefat eder. 23 Ekim günü cenaze büyük bir kalabalıkla Sinan Paşa Camisi’ne getirilir. Cenaze namazı sonrası II. Abdülhamid’in emriyle Hasan Paşa’nın cenazesi görev yaptığı karakolun yanında bulunan Barbaros Hayrettin Paşa haziresine (duvarlarla çevrili mezar yeri)defnedilir.

 

(En sağda Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, arkada solda Beşiktaş Karakolu ve Mihrişah Valide Çeşmesi)

 

 Cenazeye paşanın oğulları Emin ve Said Paşalar ile Hasan Paşa’nın kardeşi Üsküdar Jandarma Alay Komutanı Ömer Paşa ve büyük bir kalabalık katılmıştır. Mimar Kemalettin tarafından yapılan Hasan Paşa Türbesi, Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi kapısının solunda, hazire duvarı ile otobüs duraklarının olduğu yerdeydi. Türbenin, Barbaros Hayrettin Paşa Haziresi içerisinde yapılması esnasında, Hayrettin Paşa ahfadından bazılarının mezar taşları sökülerek bir tarafa bırakılmıştır.

(Hasan Paşa Türbesi, Barbaros Hayrettin Paşa Haziresinde, Hayrettin Paşa Türbesi’nin sol tarafında bulunmaktaydı. Arkada Hasan Paşa Türbesi penceresi ve öndeki mezar taşları görülmektedir. Kaynak: Donanma Mecmuası, Yıl 1326, sayı:4)

 

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Haziran 1910’da ,Donanma mecmuasında yazan Donanma Cemiyeti azasından ve İttihat ve Terakki’nin ateşli yazarlarından Ali Şükrü Çoker, tarafından Hasan Paşa Türbesi eleştiri konusu olmuştur (Donanma Mecmuası, 1326: 289-295). Bu durum, Hasan Paşa Türbesinin Barbaros Hayrettin Paşa Haziresinden kaldırılmasına yönelik tartışmaların başlangıcını teşkil etmiştir. Çünkü Barbaros Hayrettin Paşa Vakfiyesine göre, hazireye defin edilecekler Hayrettin Paşa’nın köleleri ve onların çocuklarıdır.

Ali Şükrü Bey tarafından başlatılan Hasan Paşa Türbesinin kaldırılması tartışması daha sonra devam etmiş Kasım 1910’da Ceride-i Bahriye mecmuasında Barbaros Hayrettin Paşa Haziresinden Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa Türbesinin kaldırılması için bir yazı kaleme alınmıştır. Makalede: Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi çevresine II. Abdülhamid (devri sabık) döneminde gelir getiren inşaatların yapıldığı, bunların yetmediği gibi bir de Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa’nın, Gazi Barbaros Hayrettin Paşa’nın başucuna defnedildiği yazılmıştır. Barbaros Hayrettin Paşa Haziresinde yapılan bu tecavüz ve hakaretin Meşrutiyet döneminde tahammül edilemeyeceği vurgulanmıştır. Hasan Paşa Türbesinin kaldırılmasına dayanak olarak da hazireye Barbaros ahfadından ve mütevelli heyetinden olanların defnedilebileceği yazılmıştır. Ayrıca, Hasan Paşa’nın mezarı kazılırken, daha sonra da türbesinin yapılmasıyla Barbaros ahfadından bazılarının mezarlarının tahrip olduğu ilave edilmiştir. Hasan Paşa Türbesi Ceride-i Bahriye tarafından “Heykel-i Zalim” olarak nitelendirilmiştir. Hasan Paşa Türbesinin, Barbaros Hayrettin Paşa Haziresi içesinde olmasının Barbaros vakfiyesi kurallarına uygun olmadığı özellikle ifade edilmiş ancak son kararın yine de padişahta olduğu makalede yer almıştır (Ceride-i Bahriye, 1326: 884- 885). İttihat ve Terakki taraftarı kişilerin çalışmaları sonucu konu bakanlar kuruluna gelmiş, Sinan Paşa Mahallesi dere mevkiindeki Barbaros Hayrettin Paşa Haziresinde yapılacak düzenlemeler için irade çıkmıştır. Bu iradede Evkaf Nazırının, Sadrazam Mehmet Said Paşa’nın ve Padişah Mehmed Reşad’ın imzaları bulunmaktadır.

Hükümetten çıkan onay sonucunda Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi ve çevre düzenleme çalışmaları için İstanbul Belediyesi hazırlıklara başlamıştır. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Beşiktaş, Beyoğlu Mutasarrıflığına bağlıyken 1930 yılında ilçe yapılmış ve ilçede belediye tarafından imar faaliyetleri başlamıştır (Çağlayan, 2020: 34-35). Mart 1935’de Akşam gazetesinde çıkan haberde, belediye tarafından Barbaros Hayrettin Paşa Türbesinin etrafının park yapılacağı duyurulmuştur. Haberin devamında, Barbaros Hayrettin Paşa ile yakınlığı bulunmayan mezar ve türbelerin kaldırılacağı, mezarların kaldırılması için ailelere bir ay süre verildiği, mezarların Yahya Efendi mezarlığına nakledilmesinin düşünüldüğü yazılmıştır (Akşam, 21 Mart 1935: 3). İlk olarak Barbaros Hayrettin Paşa Haziresi içerisinde düzenleme başlamış, daha sonra İstanbul Belediye Başkanı olan Lütfi Kırdar, 1939 yılında Barbaros Türbesi çevresinin temizlenmeye başladığını ifade etmiştir. Kırdar, imar düzenlemesinin Barbaros Hayrettin Paşa’nın 27 Eylül 1538’de Preveze Deniz Savaşı’nda kazandığı zaferin 400’üncü yıl dönümünde yapılmasının önemini vurgulamıştır.

Devamında Kırdar, Osmanlı’nın çöküş döneminde Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi Haziresi ve çevresinde yapılan yapılaşmaların kaldırıldığını ifade etmiş, “Türk Amirali ile hiç münasebeti olmadığı halde, onun güzel türbesi yanına gömülerek üstüne küçük bir çirkin türbe yapılan Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa’nın mezarını kaldıran ve nihayet Barbaros’a bir abide diken Cumhuriyet Rejimi olmuştur” demiştir. Belediye 21 Mart 1935 tarihinde türbenin hazire içerisinden kaldırılması için aileye bir ay süre vermiştir.

 

 

Daha sonra Hasan Paşa Türbesi Barbaros Hayrettin Paşa Haziresi’nden kaldırıldıktan sonra Yahya Efendi mezarlığına taşınmıştır. Demir şebekenin arkasındaki mezar taşları Hasan Paşa’nın annesi ve ilk eşine aittir.

Bu şekilde 1541 yılında Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan kendi türbesinin kısa bir tarihçesini de paylaşmış olduk. Hayrettin Paşa 1546 yılında vefat ettiğinde her halde türbesinin başına bunların geleceğini hiç düşünmemişti. Neyse ki, tarihlerine sahip çıkan duyarlı yöneticiler ve halk sayesinde bazı tarihi güzellikleri yerlerinde tutabiliyoruz. Tarihte ,gerçeklerin yerlerine oturması, gelecek kuşaklar için çok önemli. Bu nedenle, tarihi yaşandığı döneme göre yargılamak, o dönemin koşullarına göre verilen kararları değerlendirmek, tarihe bakışınızı daha gerçekçi hale getiriyor. O zaman ben de tarihe katkıda bulunabiliyorum diyebiliyorsunuz. Yorum sizlerin.

 

Abideye hayat veren iki heykeltraş

Yazımızın esas konusu olan Barbaros abidesine gelince, Abideyi iki heykeltraş birlikte yaparlar .Bunlar Zühtü Müridoğlu ,diğeri ise Ali Hadi Bara’dır.

ZÜHTÜ MÜRİDOĞLU(1906-1992)Kimdir?

Heykeltraş, Ressam (D. 26 Ocak 1906, İstanbul – Ö. 1992). 1924 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi, daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi)’nde İhsan Ozsoy’un öğrencisi oldu. Okulu bitirdikten (1928) sonra devlet bursuyla Paris’e giderek, 1932 yılına kadar Colarossi Akademisi’nde Marcel Guimond’un atölyesinde çalıştı. Türkiye’ye döndüğünde Alay Köşkü’nde açtığı (1932) ilk kişisel sergisi, aynı zamanda Türkiye’de açılan ilk heykel sergisi oldu.
Samsun Lisesi’nde öğretmenlik yaptı, 1936 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi heykelciliğine atandı. Bir ara Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde resim öğretmeni olarak görev aldı. 1940 yılında Devlet Güzel Sanat Akademisi (DGSA) Heykel Bölümü öğretim üyeliğine atandı, 1955 yılında Ağaç Uygulama Atölyesi’nin başına getirildi. Aynı kurumda profesör oldu (1969) ve iki yıl sonra yaş sınırını doldurarak emekliye ayrıldı.
Figüratif anlayışla eserler üreten Zühtü Müridoğlu, “D Grubu”nun kurucuları arasında tek heykelci olarak yer aldı. Türkiye’de heykel sanatının gelişmesine önemli katkıları oldu
Küçük boyuttaki heykellerin yanı sıra, Hadi Bara ile Beşiktaş’taki “Barbaros Anıtı”nı (1942), Zonguldak’taki “Atatürk Anıtı” ve “İnönü Heykeli”ni (1946) yaptı. Ayrıca kendi başına Anıtkabir büyük merdiveninin batı yönündeki kabartma (1953), Büyükada ile Muş’taki Atatürk heykelleri (1965) gibi büyük kompozisyonlar gerçekleştirdi.
1963-67 yılları arasında “Mezar Taşı” adını verdiği bir dizi soyut heykel gerçekleş¬tirdi. 1970 yılında soyut heykellerin yanı sıra ayrıntıdan arınmış figüratif heykeller de yapmaya başladı. Yine 1970’lerin ikinci yansında küçük boyutlu kil heykelcikler yaptı. 1980’lerde de figüratif ve soyut çalışmalarını birlikte sürdürerek, taş, ahşap, alçı, bakır, demir gibi çok çeşitli malzemeler kullandı.
1977 yılı Sedat Simavi Vakfı Plastik Sanatlar Ödülü (Ressam Cevat Dereli ile), 1981’de de Atatürk Sanat Armağanı Müritoğlu’na verildi ve aynı yıl Kültür Bakanlığı Başarı Ödülünü (1981) kazandı. Müridoğlu’nun birçok eseri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmektedir. 1992 yılında İstanbul’da vefat etti.

 

 

 

Heykeltraş ALİ HADİ BARA kimdir?

 

Türkiye’de heykel sanatına kişilik kazandıran ilk sanatçılardandır. 9 Eylül 1906’da Tahran’da doğdu. Çok küçük yaşlarda geldiği İstanbul’da ilköğrenimden sonra Saint-Joseph Lisesi’ne girdi. Bitirmeden ayrıldı ve 1923’te Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi’ne geçti.Bir müddet Fransızlarla çalıştı.1925’te yeniden Akademi’ye döndü. Akademi’ den yetişen ilk heykelci Ihsan Özsoy’dan iki yıl kadar öğrenim gördü. 1927’de mezun oldu ve açılan Avrupa bursu yarışmasını kazanarak Paris’e gitti. Önce Julian Akademisi’nde Bouchard ve Landovski’den ders aldı. Daha sonra Charles Despieau (1874-1947) ve Bourdelle (1861-1929) ile çalıştı. 1928’de Salon Des Artistes Françaises, 1929’da Salon D’Au-tomme sergilerine katıldı. 1930’da yurda döndü ve Güzel Sanatlar Akademisi’ne muallim muavini olarak girdi. Ancak, iki yıl kadar sonra yaşlı hocalarla anlaşmazlığa düştükleri için birkaç asistan arkadaşıyla birlikte okuldan uzaklaştırıldı. Kısa bir süre sonra, 1933’te Ihsan Özsoy emekliye ayrılıp yerine heykel öğretmeni olarak Mahir Tomruk getirilince, ondan boşalan modlaj öğretmenliğine de Hadi Bara atandı. 1949’da ikinci kez Paris’e gitti. Çok kısa bir süre kalmasına karşın, heykel alanında orada gördüğü gelişmeler, sanatında büyük bir değişime, figürlü heykelden non-figüratif heykele dönmesine yol açtı.
Hâdi Bara, bir yandan klasik kökenli heykel geleneğine bağlanırken, bir yandan da modern ve soyut araştırmaları izlemiştir. Bu yönleriyle, yeni kuşağa yol göstermekte etkili olmuştur. Zühtü Müridoğlu’yla birlikte gerçekleştirdiği Beşiktaş’taki Barbaros Anıtı ile Zonguldak’taki Atlı Atatürk ve İnönü anıtları, klasik kökenli heykel geleneğinin ilgi çekici örnekleridir.
1950’de o zamana değin Alman hoca Belling’in yönetiminde bulunan heykel atölyeleri ikiye ayrıldı ve birinin yönetimi Zühtü Müridoğlu ile birlikte Hadi Bara’ya verildi. 1955’ten sonra zaman zaman sağlığı çok bozulduysa da, 1964’teki emekliliğine değin bu görevini ve çalışmalarını büyük bir özveriyle sürdürdü. 31 Ağustos 1971’de vefat etti.

 

 

İki heykeltraşın yaptıkları heykeller

1947 yılında, Vilayet binası önündeki Zonguldak Cumhuriyet meydanına dikilen Atatürk heykeli ve Halkevi meydanına dikilen İnönü heykellerinin, Profesör Zühdü Müridoğlu ve yardımcısı Ali Hadi Bara tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
28 Mayıs 1946’da, şimdiki yerine taşınmadan önce eski vilayet binası önü Cumhuriyet meydanında, halk, memur, asker, belediye, halkevi mensupları, EKİ genel müdür ve memurları, il içindeki resmi özel esnaf kurumları, hayır dernekleri, bütün okul öğretmen ve öğrencilerinin hazır bulunduğu törende dönemin Vali Halid Aksoy tarafından temel atma töreni gerçekleştirilmiş ve 1947’de her iki heykel halkın ve resmi erkanın huzurunda törenlerle açılmıştır.

Zonguldak Atlı Atatürk Heykeli, Zühtü Müridoğlu ve Ali Hadi Bara’nın birlikte gerçekleştirdikleri ilk heykel değildir. Türk sanatçılara anıt uygulamaları konusunda şans tanınmamasından yakınan Müridoğlu ve Bara, Zonguldak Atlı Atatürk ve İnönü heykellerinden iki yıl önce, İstanbul’da tam anlamıyla bir meydan heykeline imzalarını atmışlardır. Valilik binasının yıkılıp yenisinin inşa edildiği 1990 yılından sonra Atlı Atatürk Heykeli şimdiki yerine taşınmış, İnönü heykelinin yeri değişmemiştir…

 

 

 

 

 

 

 

 


Bunları da beğenebilirsin