Denizcinin anasayfası

Uluç Kaptan İzmir Körfezi batıklarını yazdı

Kapt. Uluç Hanhan, uzun süren bir araştırmanın ürünü olan son kitabı İzmir Körfezi Batıkları’nı yayınladı.

İzmir ve çevresinin deniz tarihiyle yakından ilgilenerek deniz kültürünün gelişmesine yardımcı olan Kapt. Uluç Hanhan, uzun süren bir araştırmanın ürünü olan son kitabı İzmir Körfezi Batıkları’nı yayınladı.

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı tarafından yayınlanan kitapta, bölgenin binlerce yıllık zengin tarihi bir kez daha gözler önüne serilirken suyun altında keşfedilmeyi bekleyen yaklaşık 30 batık tanıtılıyor. İzmir’in zaman tünelinde iz bırakan İnebolu Vapuru’nun 42 metre derinlikte keşfine önemli katkı sağlayan Uluç Hanhan denizkartali.com’un sorularını yanıtlarken, “Deniz ruhlu bir kent olan İzmir’in batıkları ve vapurlarıyla bilinir olması için çaba göstermeye devam edeceğim” dedi.

Sayın Uluç Hanhan kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Uzakyol gemi kaptanıyım, halen kılavuz kaptan olarak görev yapıyorum. İçinde kaptanların bulunduğu Karadenizli bir sülalenin ferdiyim. İzmir ve Urla’da yaşıyoruz. Rahmetli babamın denizci bir asker olması nedeniyle gözümü Uzunada’da açtım ve o güzel adayı hiç unutamadım. Yayınlanmış iki kitabım var, bununla birlikte yerel tarih, askeri ve sivil denizcilik tarihi ve denizcilik mirası, Türkiye’nin denizcileşmesi ile ilgili makaleler yazıyor ve araştırmalar yapıyorum. Evliyim ve bir oğlumuz var.

İzmir ve çevresinin tarih, turizmi ve deniz kültürü ile tanıtılması için çabalıyorsunuz. İlk kitabınız Bir Zamanlar Uzunada’dan bahseder misiniz?

Bir Zamanlar Uzunada 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci baskısı çıktı. Bu kitabın öyküsü ilginçtir ve kitabın hayat bulması otuz beş yıllık bir özlemin sonucudur. Kısaca şöyle açıklayayım: Uzunadalı arkadaşım Yıldız Güzen, 2015 yılında adaya bir anı gezisi düzenledi. Bu geziye yaklaşık yüz kişi katıldı, ailemden on bir kişi de bu gezideydi. Eski arkadaş ve dostlarımızla buluştuk, hasret giderdik, çocukluğumuzun geçtiği yerleri gezdik; okulumuz, tenekeli mahallenin meşhur hurma ağacı, yok olan Anadolu Rumlarından kalma evlerimiz, yerinde yeller esen Bizans Sarnıcı ve Astsubay Gazinosu, plajımız, revirimiz, Teşvikiye Mahallesi, Astsubay Gazinosu kayalıkları, Subay Gazinosu ve daha neler neler! Çocukluğumuza yaptığımız bu gezi, bizi Çeşmealtı’na getiren askeri vasıtanın lojmanların iskelesine yanaşmasıyla son buldu. İşte o anda benim Bir Zamanlar Uzunada yolculuğum başladı. Eve döndüğümde bu adanın bir tarihi olmalı diyerek, not defterime aldığım notlar, yaklaşık bir buçuk yılda kitaba dönüştü. Kitapta adanın tarihi süreci anlatılırken, adada yaşamış Anadolu Rumlarından ve 1915-1916 yıllarında adada yaşanmış İngiliz işgalinden de söz edildi. Bana göre bu kitabın en değerli bölümü, adada yaşamış, görev yapmış, sivil ve askeri personel ile yapılan sözlü tarih çalışmalarıdır. Görüşülenlerden bir büyüğüm “Çok iyi oldu, adada yaşananlar, adalıların öyküleri toprağa değil sonsuzluğa gidecek” diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Bir denizci ve asker çocuğu olarak, tarihte adada yaşananlara daha yakından bakabildim ve böylece kitap 2017 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarihe Saygı ödüllerinden birisini kazandı.

İzmir Körfezi Batıkları adlı eseri neden yazma gereği duydunuz? Tarihe iz bırakma amacınız bu eserle gerçekleşti mi?

İnsan niye yaşamda iz bırakmak ister? Yaşamda iz nasıl bırakılır? Bunlar önemli sorular. Yaşam amacını bulmak ve kendini gerçekleştirmek için diyebilirim. “Yaşam amacı, bu dünyaya yapmak için geldiğimiz şey, dünyaya sunulacak katkıdır. Kişinin kendini ne yaparak veya neye hizmet ederek gerçekleştirip geliştireceğidir. Doğal olarak her bireyin kendini gerçekleştirme yolu kendine özgüdür. Herkesin kendisine verilen farklı yetenekleri, kapasitesi, gücü, özel nitelikleri var. Kişi bunları kullanarak bu dünyaya farklı bir katkı sunar. Yaşam amacı bulunduğunda bilinçli bir yaratıcı olunur, yaşamın yönü bilinir, üretimler o yönde gerçekleşir. Yaşam amacı denildiğinde akla ilk olarak daha çok büyük tutkular, büyük üretimler gelse de, gerçekte yaşam amacının büyüğü küçüğü olmaz. Bir kişinin yaşam amacı toplumsal düzeyde bir iz bırakmaya hizmet ederken, bir diğerininki bireysel düzeyde bir iz bırakmaya hizmet edebilir ve her ikisi de son derece anlamlıdır. Bu hayatta amaçsız olmak kadar insanı boşlukta hissettiren bir şey daha yoktur. Yaşam amacınızı bulmak istiyorsanız neye tutkunuz olduğunuzu bilmeniz gerekir.” (1)

“Üretim yaşam enerjisidir”

Benim hayat hikâyemde iz bırakmak nedir? diye kendime sorduğumda şu yanıtları alıyorum: Üretmek, üretmek, üretmek. Üretim yaşam enerjisidir ve insana güç verir. Kim ne iş yaparsa yapsın, işinin dışında bir şeylerle meşgul olmalı ve üretmelidir. Üreten kendini iyi hisseder, ayağı yere basar ve kendini gerçekleştirir, geliştirir. Kişinin ne üreteceği ona bağlı bir şeydir. Yemek yapmak olur, eğitim almak olur, eğitim vermek olur, resim yapmak olur, şiir yazmak olur, kitap yazmak olur, edebiyatla ilgilenmek olur, spor yapmak olur, bahçe işleri olur, dernek, vakıf, hayır işleri olur. Hepsi de çok değerlidir. Zamanını boş geçirenler herhalde en büyük kötülüğü kendilerine yaparlar. Üretime bir not defteri taşımakla başlayabilirsiniz. Bir şey yazılı olursa beyin bunu daha güzel algılar ve üretimin ilk adımı başlamış olur. Sizin belirttiğiniz tarihe iz bırakmayı, ben daha çok üretim olarak algılıyorum. İlgi duyduğum, hoşuma giden alanlarda çalışmak, yeni insanlarla tanışmak, onların bakış açılarını öğrenmek, alanla ilgili eski bir belge bulunduğunda yaşadığım heyecan. Tüm bunların tarifi imkânsız. Tabii bu üretimin koşulları da var; disiplinli olmak, not almak, okumak, literatürü takip etmek, tarihin tozlu raflarında dolaşmak, sahaflarla vakit geçirmek, insanlarla olumlu ilişkiler geliştirmek ve en önemlisi hayat dolu bir eşe ve sürprizlerle dolu bir çocuğa sahip olmak. Üretimde kendime Urlalı rahmetli Necati Cumalı’yı örnek alıyorum. İzmir Körfezi Batıkları kitabı ile tarihe iz bırakıp bırakmadığımı bizden sonraki kuşaklar tartışacak sanırım.

Yeni kitabınız İzmir Körfezi Batıkları’nı anlatır mısınız?

2019 yılında başladığım İzmir Körfezi Batıkları adlı yerel tarih araştırması, tarih, sözlü tarih, coğrafya, su altı araştırmaları ve denizcilik biliminin verileri ışığında İzmir Körfezi’nde yatan batıkları gün ışığına çıkarmayı amaçlamaktadır. Tarihi olaylara denizci gözü ve farklı disiplinlerin ışığında bakan bu kitap, bilindiği kadarıyla alanında ilk olma özelliğindedir. Kitabın İzmir kent tarihine katkı yapması beklenmektedir. Kitapta İzmir Körfezi’nin diplerine dolayısıyla tarihin karanlığına bırakılan batık gemiler denizden çıkarılarak İzmir tarihine armağan edilmiştir. Kent tarihine olan borcumu yerine getirmek maksadıyla suyun altında kaybolmaya bırakılmış bu bilgiler gün ışığına çıkarılmıştır. İzmir Körfezi’nin en büyük adası Uzunada’yı ele alan, Bir Zamanlar Uzunada bundan yaklaşık dört yıl önce yayınlandı. Kitapta bir adanın tarihinden kesitler sunulurken, sözlü tarih çalışmaları Uzunada ile ilgili bilinmeyen birçok konunun açıklığa kavuşmasını sağlayarak tarihe not düştü. Birinci Dünya Savaşı’nda Uzunada etrafında gerçekleşen askerî çatışmalara ilişkin arşiv, literatür taramaları ve sözlü tarih çalışmaları esnasında bu mücadelenin bir sonucu olarak batık gemilere de rastlandı. Başta Mayıs 1916’da Türk, Alman ve Avusturya-Macaristan topçu bataryası tarafından batırılan İngiliz gemisi Monitor 30 olmak üzere birçok batık geminin yanı sıra, Uzunada sularında batan gizemli bir denizaltıya ilişkin iddialar da söz konusu kitapta yer aldı.

Dönüm noktası İnebolu Vapuru’nun su altındaki keşfi

2019’un bahar aylarında bir dergiye yazacağım makale konusunu “Urla İskelesi Batıkları” olarak belirlemiştim. Bu makaleyi hazırlarken, yaklaşık üç yıl önce İzmir Körfezi’nde bir gemi batığı bulunduğunu öğrendim. Yayınlarda batık geminin yandan taramalı sonarla çekilmiş birkaç fotoğrafı da vardı. İlgili enstitü ile iletişime geçtim, kısa bir süre sonra bu batığın, 1935’te batan İnebolu vapuru olduğu ortaya çıkartıldı. Batık gemi hakkında yaptığım tarihsel çalışma başarıyla sonuçlanmıştı. Bundan güç alarak İzmir Körfezi’ndeki batık gemiler hakkındaki araştırmalarımı derinleştirmeye karar verdim. Baştaki amacım Urla İskelesi batıklarının tarihini yazmaktı. Uzunada çevresinde bulunan beş batık, Urla İskelesi’ndeki iki batık ve son olarak İnebolu batığı toplam batık sayısını sekize çıkarttı. Bir Zamanlar Uzunada’da, Birinci Dünya Savaşı’nda Yenikale’de mânia gemisi olarak batırılan üç İngiliz ticaret gemisinden söz edilmişti. Ayrıca kitapta biri Fransız, biri de İngiliz olmak üzere iki mayın gemisi anlatılmıştı. Bu durumda 13 batık gemiyle yola çıkıyordum. Yenikale stratejik konumu nedeniyle önceden beri ilgimi çeken bir yerdi. Mesleğim nedeniyle burada daha fazla batık gemi olabileceğini tahmin ederek yola koyuldum. İzmir Körfezi’nde batan gemilerin son günlerini kitapta yansıtmaya çalıştım. Onların bize söyleyeceği şeylere kulak vermeye gayret ettim. Ne yazık ki bir dönemin tanıklığı yapmış batık gemilerden kitapta okuyacağınız öykülerinden başka bugünlere pek bir şey kalmamış. Olsun bu öykülere sahip olmak ta önemlidir. Öyküler bizler için çok değerli ve öğreticidir. Türk denizciliğinin geçmişini bilmenin bizi daha güçlü yapacağı açıktır.

Eseri ne kadar sürede ve hangi yöntemle oluşturdunuz? Araştırmalarınızda karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Kitap dosyası yaklaşık bir yılda yazıldı, ancak dosyanın kitaba dönüşmesi bir yılı buldu. Sonuçta toplam iki yıl demek mümkün. Araştırma yolculuğum çok heyecanlı idi. Bulmaca çözmeyi severim, bu süreç bulmaca gibiydi. Yapacağınız doğru sözcükleri bulmak. Bu süreçte yeni insanlarla tanıştım, altmışlı-yetmişli yılların sivil ve asker dalgıç ve balıkadamları ile konuştum, onları saatlerce dinledim, notlar aldım, fotoğrafları, kitapları, belgeleri inceledim, arşivlere daldım, olayın geçtiği yerlere gittim. Karanlıkta kalan yerleri aydınlatmak için defalarca telefon açtım, yerli ve yabancı kaynaklara başvurdum. Tabii burada benim şansım bir süre önce yayınlanan kitabım Bir Zamanlar Uzunada’nın kaynaklarıydı. Zaten bu kitap bir nevi Uzunada’nın devamı gibidir. Orada anlatılan bazı batıklar bu kitabın mayasını oluşturdu. Geçen gün görüştüğüm kitapta yer alan bir dalgıcın kızı bakın bana neler yazdı: “Büyük emek verdiniz, çok kutluyorum, denizlerde yol alan ya da iş yapan teknelere ve içinde çalışanlarına tekrar hayat verdiniz” işte bunları duymak insana yetiyor artıyor bile, bu büyük bir kıvanç.

Araştırmalarım esnasında yaşadığım zorluk; kitap dosyasının bitirilip, kitaba dönüşmesi arasında geçen zamandır. Malumunuz Covid-19 salgını nedeniyle bu süreçte gecikmeler oldu. Bununla birlikte, yerel kurum ve kuruluşların bu tip çalışmaları desteklemekte daha istekli olmalarını dilerim. Son olarak, Yunanca tercüme ücretlerinin yüksekliğidir. İzmir’imiz ve Urla Yarımadası ile ilgili çalışmalarda bu hep karşıma bir sorun olarak çıkıyor. Bunu çözmek için bazı düşüncelerim var ama daha sonuca ulaşamadım.

Sayın Oğuz Aydemir ve TİNA’nın katkılarıyla çıkan kitabın devamı gelecek mi?

Gökhan Bey, isterseniz TİNA kısaltmasının açılımından başlayalım. Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı, 1999 yılında bir grup deniz sever iş insanı tarafından kurulmuş bir vakıf olup halen kırk altı üyeye sahiptir. Vakıf dokuz kişilik bir yönetim kurulu tarafından yönetilmektedir. Vakfın amacı kısaca: Türkiye ve denizlerimizdeki arkeolojik zenginlikleri dünya kamuoyu ve bilimsel kurumlara anlatmak, bu meyanda yurt içi ve dışı yayınlar yapmak ve etkinlikler düzenlemek. T.C. Kültür Bakanlığı izni ve denetimi altında yapılacak olan araştırma, kazı, konservasyon ve sergileme faaliyetlerinde bulunan yurt içi ve yurt dışı bilimsel kuruluşlara, müzelere, üniversitelere destek sağlamak ve sağlanmasına yardımcı olmak, karasularımızda bilimsel metotlar ile günümüz teknolojik imkânları nispetinde sualtı araştırmaları ve kazıları yapmak. Sualtı arkeolojik eserlerimizi tespit etmek, mevkilerini gerekli mercilere bildirerek korunmaya alınmalarını sağlamak. Hali hazırda bu konuda faaliyet gösteren müze ve kuruluşlar ile işbirliği yapmak ve bunlara destek sağlamak. Sualtı kirliliğini önleyici tedbirler almak, alınmasını sağlamak ve bu konuda diğer kuruluşlar ile işbirliği sağlamak. Vakıf amaç ve çalışma konularındaki eğitim ve öğretim kurumlarını geliştirmek ve bu amaçla öğrenciler yetiştirmek için burslar vermektir. Kitap dosyası, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı Başkanı Sayın H. Oğuz Aydemir’in katkılarıyla kitap haline dönüştü. Kendisine, TINA Vakfı yönetim kuruluna, vakıf üyelerine ve Arkeolog Mehmet Bezdan’a müteşekkirim. Oğuz Aydemir Beyin kitapta yer alan sunuş yazısı şöyledir:

“Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TINA) Uluç Hanhan’ın çalışmasını, pandemi döneminde gelen destek talebiyle, gerçekleştirmeye karar vermiştir. Bu tip çalışmalar karasularımızda sahip olduğumuz sualtı zenginliklerimizin tespiti açısından önemlidir. Ancak neye sahip olduğumuzu bilirsek, o zaman değerlerimizi koruma ve değerlendirme imkânına kavuşuruz. Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı geçmiş senelerde Ege Denizi’nde TÜBİTAK ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Projesine destek vermek suretiyle sualtı batık envanterlerinin geliştirilmesi çalışmalarının bir bölümüne katılmıştır. Bu tip çalışmaların çoğalması ve aşama kaydetmesi, sualtı zenginliklerimize sahip çıkılması anlamına gelmektedir. Bu şüphesiz ki, denizlerimize sahip çıkmanın başka bir ifadesidir”

“Yerel tarih ve denizcilik tarihiyle araştırmalarımı sürdüreceğim”

İzmir ve çevresi, bir yaşam yeri olarak son yıllarda birçok kişinin ilgisini çekiyor ve deyim yerindeyse kentimiz ve çevresine yönelik bir akın var. Bu akının nedeni nedir? diye düşündüğümüzde karşımıza İzmir ve çevresinin sahip olduğu ılıman iklim, doğal güzellikler, sahip olduğu kıyılar, spor olanakları, engelsiz bireylere dost bir kent olması, deniz ulaşımının olması, Akdeniz insanının özelliklerini taşıyan kentliler, İzmir’e gelenlerin bir süre sonra artık buradaki ortama uyumu ve kentin tarihi özellikleri öne çıkıyor. Bu konunun uzmanlarının çok daha fazla neden bulacağına eminim. Ben burada daha çok deniz ve denizcilikle ilgili hususlara vurgu yapmak istiyorum. Kitabın sonuç bölümünde önerdiklerimin yarısı kentle ilgili olan şeylerdir. Okuyucular oradan bilgi sahibi olabilirler. Ancak iki hususu vurgulamak istiyorum; bunlardan ilki, İzmir’de sivil bir denizcilik müzesi inşa edilmesi ve hayata geçirilmesi, ikincisi de bir anıt gemi replikasının İzmir’de sergilenmesidir. Buna bizim gücümüz yeter. Bakın rahmetli Oktay Sönmez Kaptan kitabında bize nasıl sesleniyor: “Artık alışıldık hale geldi: Kurumlar geçmişine, insanlar anılarına sahip çıkmıyorlar. Ben Hamidiye’yi, Yavuz’u hurda olarak satmasaydık, asla iflas etmeyeceğimiz kanısındayım. Tam tersine, Gülcemal de dâhil, başlı başına ve değişik yönleriyle –tarih- olan bu unutulmaz gemilerin üzerine titreseydik, onları kuşakların gelip göreceği şekilde anıtlaştırabilseydik para bile kazanır ya da en azından bu hayal gibi görünen projelerin masrafını çıkarabilirdik.” (2) Oktay Sönmez Kaptan’ın dediği gibi, güçlü bir hikâyesi olan tarihi bir gemimizin replikasını inşa etmeye ne dersiniz?

Tam Yol İleri

Sizin de içinde bulunduğunuz “Türkiye’nin Denizcilik Gücü” her gün miller kat ederek, engin ufuklara doğru yoluna devam ediyor. Ben de sizin gibi bu geminin bir personeli olmaktan gururluyum. Sizin de desteğinizi her zaman görüyor, misyonunuz ve vizyonunuzla fark yarattığınızın farkındayım. O zaman ‘Türkiye’nin Denizcilik Gücü’ için tam yol ileri…


Bunları da beğenebilirsin