Denizcinin anasayfası

Beybaba Altay Altuğ : ‘Denizciliğe kağıttan sandalla başladım’

Kaptan Altay Altuğ, “Amerikalılarla yaşadığım bir olay bende küçüklük duygusu yarattı. UZMAR’ı kurdum” dedi.

Sadece Denizcilik Dergisi’nde

Bu röportaj Denizcilik Dergisi Mayıs – Haziran 2019 sayısında yayınlanmıştır.

Türk denizciliğinin sektörünün duayen ismi, “Beybaya” Kaptan Altay Altuğ. Yüksek Denizcilik Okulu (YDO) Güverte bölümü 1952 mezunu. Altuğ’un anlattıkları salt kendi hikayesinden ziyade Türk denizciliğinin de tarihini oluşturuyor.

Yerli römorkörlerin olmayışının yarattığı sıkıntılardan Soğuk Savaş döneminin denizcilik sektörüne etkileri; Yunanistan’ın denizcilikte gelişmesinin nedenlerinden tersanelerimizin geldiği noktaya kadar merak ettiğimiz her konunun ayrıntılarını ve cevaplarını Altuğ’un sözlerinde bulabiliyoruz.

Sözü Beybaba Altay Altuğ’a bırakıyoruz.

Böcek ilacı kutusu

İlkokul 2. sınıfta kağıttan sandallar yapıp derede yüzdürürdüm. Babamın böcek ilacı kutusunu annemin dikiş makasıyla keser sandal yapardım. Yine annemin odasındaki çalar saatin makinasını çıkarır, içindeki bazı çarkları alır ve teneke sandalın üstüne sabitlerdim. Tekne delikten su alırdı, bu sefer buğday sapıyla deliği kapatırdım. Yaptığım tekneye Türk bayrağı asıp bir de dümen koymuştum. Her gün belediye parkının havuzunda o tekneyi yüzdürürdüm. Uzun lafın kısası denizcilik ve gemiler küçüklüğümden beri hayalimdi.

Ben Şoför Sabri

Liseden mezun olduktan sonra Yüksek Denizlik Okulu’nun (YDO) sınavına girmek için İzmir’den İstanbul’a cebimde 70 lirayla geldim. Babam bana Sirkeci’deki Karasu Oteli’ne gitmemi söylemişti. Otele gittim ama kalabileceğim bir yer olmadığını söylediler. İmtihana gireceğimi, uzun yoldan geldiğimi, kalacak yere ihtiyacımın olduğunu belirttim ancak yine de kalacak yer çıkmadı.

Bu saatte nereye gidebilirim diye düşünürken, yukarıdaki camekanlı yerden bakan bir kişi, “Ne var, ne konuşuyorsunuz?” diye sordu. Kâtip durumu anlattı. Yukarıdaki kişi, “Yer olmadığını söylemedin mi?” dedi. “Söyledim ama ısrar ediyor. Avukat Cafer Tayyar’ın oğluymuş, Bala’dan” deyince bu kişi hemen merdivenlerden yuvarlanacak kadar hızla aşağı indi, “Altay sen misin?” dedi, sarıldı bana. Ben tanımadım, şaşırdım. “Sen beni nasıl tanımazsın? Ben Şoför Sabri” dedi. Sabri İnanöz, bizim Bala’da şoförümüz iken askere gitmişti.

Sabri Abi hemen odamı hazırlattı. “Benim odama yerleştirin, çalışma masası hazırlayın” dedi, “Para almak da yok” diye emir verdi. Nereden nereye, tesadüfler…

Sonda ararken başta çıktım

Ertesi gün imtihanlara girip eve döndüm. Gazeteye bakıyordum ama hiç ümidim yoktu. 360 kişiden 24 kişi alacaklardı. Sonuçlar Hürriyet Gazetesi’nde ilan ediliyordu. Listenin en altından bakmaya başladım, 24’üncü kişi yok, 23’üncü kişi yok, 22’nci kişi yok. Bu sırada yanıma bir arkadaş geldi. “Baksana Altay, ilk sıralarda adın yazıyor” dedi. Bir baktım 4’üncüyüm. 360 kişiden 4’üncü olmuşum. İşte Yüksek Denizcilik Okulu hikayem 1946 – 1947’de böyle başladı.

Ye, Doy, Oku…

“Bana sordular daha önce. Okulu şöyle düşünüyorum dedim : “Hem dersleri, hem konforu ve imkânları bakımından çok güzeldi”

Yüksek Denizcilik Okulu deyince benim aklıma üç tane harf geliyor : YDO. YDO nedir? “Ye, Doy, Oku” demektir. Bence böyle bir anlamı vardır YDO’nun. Yiyeceksin, doyacaksın hem de okuyacaksın. YDO tam okuttu bizi. Biz bir ağacız. Bu büyüyen ağaç Yüksek Denizcilik Okulu’dur. Gördüğünüz ağaç İTÜ Denizcilik Fakültesi’dir. Her ağacın bir kökü vardır. Kök YDO’dur. Ben bu ağaca elimden geleni maddi manevi desteği vermek amacındayım. Mesela yurt binasının yapımına 1 Milyon Dolar verdim.

Küçüklük duygusu UZMAR’I yarattı

UZMAR’ı kurmam 1965 yılında yaşadığım bir olayın içimde küçüklük duygusu yaratmasından kaynaklı oldu.

Amerikan tankeri geldi. NATO’ya 20 bin tonluk jet benzini getiriyor. Ayda bir geliyordu galiba. Kılavuz kaptanlar vardiyadaydı. Gemiye ben gittim. Kaptana ‘hoş geldin’ dedim. Demir aldık , yanaşacağız. Römorkör geldi. Fakat gelen römorkör ağaçtan yapılmış. Kömürle çalışan, altı çelik, 60 -70 senelik bir tekne. Bacasından duman çıkıyor. Gemide jet benzini var. Römorkörü gören Amerikan gemisinin kaptanı, “Söyle gelmesin, patlayacağız” dedi. Megafonla bağırıyoruz, hep beraber ‘gelme’ diye sesleniyoruz. Radyo, telefon yok o zamanlar. Yaklaştı iyice. Gemiye çarptı. Römorkörden yaşlı bir adam bana, “Altay Bey baştan mı ittireyim, kıçtan mı?” diye seslendi. Bunun üzerine aklıma bir şey geldi. Ona dedim ki, “İşletmeden müdür çağırıyor. Derhal git”.

Geminin kaptanı korkudan titriyordu. Bana, “Şef pilot, böyle jet benzini olan gemide çakmak bulundurmak bile yasak. Sigara içemiyorsun. Böyle şeyi hiçbir limanda görmedim” dedi. İlk defa mecburen yalan söyledim. Bu şekilde römorkörü geri gönderdim.

‘Bir kılavuzluk ve römorkörcülük şirketi olmalı. Kurallara ve uluslararası kanunlarına göre yüksek kalitede bir şirket olmalı’ dedim. 1969 yılında emekli oldum. 1 milyon 350 bin TL emekli ikramiyesi aldım. Bir o kadar da aileden kalma bir şeylerim vardı. Sattım ve hiç tereddüt etmeden şirketimi kurdum.

Çalıştığım gemiyi satın aldım

İlk kılavuzluk hizmetimi 1977’de yaptım. Aliağa Rafinerisi’nde kılavuzluk yapmıştım. Kaptan Altay Altuğ Kılavuz ve Römorkörcülük özel şirketini kurdum. İki sene onların işini yaptım ve sonra ayrıldım.

Çok enteresan bir şirket kurduk. Kimseye nasip olmayan bir şey. 1972 – 73 yıllarında iki tane yolcu gemisi ihaleye çıktı, satıldı. Marakaz ve Sus gemisi.

Marakaz gemisi 1936 tarihinde Hitler zamanında Almanya’dan Türkiye’ye gelen 3 gemiden biri. Hitler çok iyi şekilde yapılması için talimat vermiş, “Atatürk Türkiye’sinin kalbini kazanalım” demişler. Atatürk de isimlerini koymuş. Anadolu’daki eski Türk Kabilelerinin isimleri olan Marakas, Sus, Trak.

Yine o çocuk var ya, 11 yaşındaki. Yüksek Denizcilik Okulu’na gireceği zaman İzmir’den Bandırma’ya geldi ve vapurla İstanbul’a geçecek. Bir bilet aldı ve limandan Marakas Gemisi’ne binip İstanbul’a gitti. Kaptan oldum askere yolladılar bizi, askerden dönünce de kurayla gemilere dağıttılar. Ben kurayı çektim. Bir baktım yine Marakas Gemisi. Trak, Bandırma açığında adalara çarpıp battı. 20 sene sonra ise yine Marakas gemisi ile yollarımız kesişti ve bu sefer Marakas’ı satın aldım.

Hurdacıların gözü üzerimdeydi

4 milyon liraya aldım ama 2,5 milyon peşin gerisi borç. Bu gemiler hurdaya çıktı. Hurdacılar ikisine 1,5 milyon lira vermişler. Mehmet Tunalı’ya gittim. Bu geminin borularının bakır ve pirinç olduğunu duymuştum. Bir mıknatıs aldık. Girdik içeriye baktık. Büyük borular var. Mıknatısı borulara sokuyoruz, tutmuyor. Kondenserler var. Boruları, vanaları hepsi pirinç. Büşündüm. Bu gemi en az 2 milyon hatta 2,5 milyon eder. İhaleye girdik. Kimse ne olacağını bilmiyor. Tesadüfler neler yaratıyor. Tesadüfler insan bile yaratır. Tesadüfler hadiseler yaratır. Gemiler yaratır. Dedim ki : ‘İhale mektubunu en son gün yazacağım’ 5 – 6 milyon bile yapar ama ben 4 milyon yazdım. Orada hurdacılar vardı, “Yandın sen Altay, yandın sen” demişler. Yanmadım.NOHAK’la anlaşma yaptık. Norveçli bir firma. Gemi makinesi yapıyorlar. Gemileri söktük sattık. Bazı yerlerini boşalttık. İçine yeni makineler kondu. Kamaralar değişti. Kruvaziyer olarak 1973 yılında çalışacaktı, Karayip Denizi’ndeki gibi. Rodos, Teos, Kios, Marmaris, Mikanos arasında çalışacaktı. Haftada bir sefer yapacaktı. Biri gidecek biri gelecekti.

6. Filo için tersane yapacaktım

Bu sırada Marakas ve Sus gemilerinin sökümünden aldığım para ile bir iş yapmak istedim. İzmir Limanı’nın kuzey aksı var. Orada büyük bir tersane kuracağım. Büyük bir yüzer havuz. Amerikan 6. Filosu büyük gemilerini burada kızaklayacak. Böyle düşüncelerim var.

O zamanlar Soğuk Savaş vardı. Akdeniz’de Ruslar’ın 28 Parça, İngilizler’in 20 parça, Amerikalılar’ın da 30 parça gemisi vardı. Amerikalılar, 6. Filo olarak Napoli’de üslenmişti. Ruslar da Salamis Körfezi’nde tersane kiralamıştı. İngilizler ise Malta’yı kullanıyorlardı. Amerikan gemileri havuzlanmak için Norfolk’a gidiyordu. Amerikalıların atom denizaltısı var. Ruslara tavır olması amacıyla Baltık’a yolladılar.       Rusların donanması ise Akdeniz’de dolaşıyor. Bu sırada, “Denizaltıyı istemiyoruz, nükleer enerji istemiyoruz” diye Danimarka’da mitingler oldu. Bu nedenle denizaltı Atlantik’te kaldı. Denizaltıyı İzmir’e çağırmayı önerdim. NATO’nun bir acentesi vardı. Oradan bir albaya bu fikrimi açtım. Komutanla ahbap olduk. Bana, “Biz şimdi buradan tekrar Napoli’ye havuzlanmak için gideceğiz. Sizin buralardaki nehir ağızları uygun. Tersane olsa 6. Filo buraya gelirdi” dedi.

Bir anda benden aldılar

Bunlar bana fikir verdi. Orada tersane yapmaya karar verdim, çok büyük bir tersane. Elimdeki paraları o tersane için harcadım. Bir şirket kurdum ve bütün muvaffakiyetleri alındı. Cumhurbaşkanına brifing verildi. O zamanlar müracaat edenler, devlet daireleriyle görüşmelerinde, bir bürodan fiş alarak konuşabiliyorlardı.

Cumhurbaşkanı Kenan Evren : “Bu bizim emrimiz olsun. Şirket sahibi herkesle ve bakanlarla resen konuşsun” dedi. Proje oldu. 155 milyon lira. Amerika’dan da büyük bir havuz gelecek. Her şeyi yaptık. Öyle ki inanmadılar. Üniversitelerden geldiler. Raporlar hazırlandı. Deniz Kuvvetleri de rapor hazırladı. Hepsinde “olur” denildi. Milli Emlak çağırıp tebrik etti beni. Milli Emlak’tan çıktım. Ankara’da, Kızılay Meydanı’nda, Ferit Bey’e rastladım. Ferit Biren’in kardeşi Işık Biren de dönemin Güney Deniz Saha Kumandanı olduğu için oradan bilgisi var. Beni tebrik etti.

İş bitti. Amerikan donanma kumandanı geldi. Türk kumandanı da geldi. Anlaştılar. Amerikan gemilerinin tamiri ve bakımının Gölcük’te yapılması için karar çıktı. Anlaşma yapıldı. Bir anda yetkiyi, imzayı benden geri aldılar. Yine omuzlarım çöktü. Bütün paramızı tersaneye harcamışız.

Denizcilik millete inmeli

Denizci millet olamadık. O zülfiyare dokunmak lazım. Denizciliği özel bir zümrenin denizciliği yapmamak lazım. Milletçe olmak lazım. Yelpazeyi genişleteceksin. Bu Deniz Ticaret Odası’nda da söylendi. Denildi ki : “Artık halkı da denize alıştırmak lazım” Biz de ne diyoruz? Armatör, gemi alıyor 15-20 tane ama halk olarak bu işin içine girmiş değiliz ki. Bunu genişleteceğiz. Yalnız İstanbul değil bütün şehirler denizciliğin içinde olacak. Denizde çalışan yatırımını denize yapacak. Yunanlılar niçin daha kuvvetli? Bütün adalar orada, karayolu yok. Bir mecburiyetle başlamışlar. Bizim Karadenizliler de denizci oluyor çünkü sırtında dağlar var. Yönü mecburen deniz. Halkımızı denize teşvik etmek lazım. Son zamanlarda teşvikler var. Örneğin balıkçılık teşvik edildi. ÖTV’siz yakıt verildi. Geçenlerde anlattılar, ÖTV’siz yakıtı alıyorlarmış balıkçılar öbür tarafa satıyorlarmış. Benim yatım tam 17 ton mazot alıyor ama biz yakıtı ÖTV’li alıyoruz. Benim gibi yatlar var. Birçoğu ÖTV’siz yakıt alıyor. Hayret edersin… Bazı yat sahipleri ÖTV’siz yakıt alıyor. Sakız Adası’na gidip alıyor. Denizci memleketiz de denizci millet olamadık. Bunun için zaman lazım. Hükümet teşvikleri de olmalı ama bunun yanında zaman da lazım. Halkımız tabii nerede geçim varsa nerede bereket, para varsa onu tercih ediyor.

7 bin derken 67 bin dolar topladık

İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezunları Sosyal Yardım Vakfı’nın (DEFAV) geleneksel gecesi oldu. Bütün denizcilik camiası, işverenler, eğitimciler hepsi oradaydı. O sırada Nüket Duru bir sepetten denizatı anahtarlığı çıkardı. Onu satışa sundular. 40 masada 400 kişi varsa herkes aldı. Sonra konuşma bitti, ardından Nüket Duru sahneye çıktı, “Sepetin içinde satılmayan son bir anahtarlık kaldı zavallı. Ben bunu ihaleye çıkartıyorum” dedi.

Birisi 100 dolar dedi. 200, 300, 400, 500, 800 dolar dediler. 6 bin dolara kadar çıktı. Derken Nüket Duru yine sahneye çıktı : “Daha artıran yok mu? Acaba denizcilerin babası, Altay Baba ne verecek?” dedi. Getirdiler bana baktım. Mikrofonu da getirdiler. “6 bin dolara çıktı, kaldı” dediler. “7 bin dolar olur ve bu iş de burada bitti” dedim koydum mikrofonu ama nezaketen işi üzerime aldım. O bir zevk. 7 bin dolar oldu. Birisi oradan kalktı. “Altay Ağabey. Ben biraz fazla versem size karşı ayıp olur mu?” demez mi. “Hayır evladım. Olmaz. Söyle” dedim. “10 bin dolar” demez mi? Onun da bir rakibi var. O da, “Benden de 10 bin dolar” demez mi. 6 kişi de, “10 bin dolar” dedi. Ben de 7 bin dolar. Etti 67 bin dolar. O gece de öyle geçti. Ben İzmir’e döndüm birkaç gün sonra. Atilla Çiftçigüzeli bana telefon etti, “Altay Ağabey. Allah razı olsun. Açık artırmadan 67 bin dolar gelir oldu. Sayende toplanan para 167 bin dolar oldu teşekkür ederim” dedi.

Altay Altuğ kimdir?

13 Aralık 1925 Balıkesir’in Balya kasabasında dünyaya gelen Altay Altuğ, ortaokul ve liseyi İzmir’de tamamladıktan sonra Yüksek Denizcilik Okulu’na girdi. Yüksek Denizcilik Okulu’ndan 1952 yılında mezun olan ve meslek aşkıyla hemen kolları savayan Altuğ ömrünü kılavuz kaptanlığa adadı. Uzun yıllar devlet görevinde çalıştıktan sonra 1979 yılında emekli olmasının hemen ardından kendi şirketini kuran Kaptan Altay, denizcilik aşkına bu şekilde devam etti.

İTÜ DEFAV Yönetim Kurul Başkanı Müh. İlker Meşe, UZMAR Kurucusu “Beybaba” Kapt. Atay Altuğ, UZMAR Yönetim Kurulu Başkaın Müh. Noyan Altuğ ve Kapt. Saim Oğuzülgen

Bunları da beğenebilirsin