Denizcinin anasayfası

DRAM-DENİZ, AKDENİZ

Bahar aylarına girdiğimiz şu ılıman günlerde kuzey yarım küreye gecen güneş ve etkisinde gerçeklesen meteorolojik değişimlerle daha bir sakinlesen sular Akdeniz`de denizcilere daha güvenli seferler vadediyor.

Denizlerde mutedile donen bu durum özellikle kış mevsiminde ağır denizler ve güçlü rüzgârlarla seyir yapmakta zorlanan ticari gemiler, kosterler ve her türden küçük tekneler için kolaylık, güven ve umudu beraberinde getiriyor. Ne var ki, tüm denizler her şartta ve zamanda son dakika sürprizleri ve turlu beklenmedik tehlikelerle doludur. Tam yeri gelmişken eski kurt denizci rahmetli Sadun Boro’nın meşhur sözünü anımsayalım;

“Deniz öyle haşin ve hırçın bir sevgilidir ki, ilgi ve saygıda bir an bile kusur ederseniz, tokatını hemen suratınızda bulursunuz”

Malumunuz Akdeniz mavi coğrafyası; güneyinde Kuzey Afrika ülkeleri ile Kuzeyinde Güney Avrupa ülkeleri arasında kendine özgü Akdeniz mavisi rengi ile kıyılar boyunca uzanır gider. Biz denizciler için uzun ve yorucu gecen okyanus seferlerinden sonra bahçeye ( Akdeniz`e ) girildi diye konuştuğumuz Akdeniz; adeta evimiz Anadolu’nun önünde uzanan evin bahçesi gibi adlandırdığımız, denizcilerimizi evlerine, vatanımıza yaklaştıran, bizlere yakın suları temsil eder. Elbette bu engin mavi sular Anadolu, Suriye, Lübnan ve Israil toprakları üzerinden Asya kıtası ile de Doğu Akdeniz bölgesinde temas ve komşuluk etmektedir.

Bölgenin derin tarihi geçmişinin detaylarına çok saplanmak istememekle beraber yakın tarih ile ilgili küçük bir hatırlatma yapmak iyi olacaktır diye düşünüyorum. 1990 Körfez savaşı / Irak savaşı ve sonrandaki on yıllarda Kuzey Afrika’daki Arap devletlerin halklarına hediye paketi ve kırmızı kurdelelerle sunulan Arap baharı projesi ile bölgede siyasi ve ticari belirsizlikler gün ve gün artmıştır.

Bu belirsizlikler bölgenin tüm su yollarında ve deniz ticaret limanlarında emniyet ve güvenlik risklerinin giderek artmasına sebep olmuştur. Sözde her zaman bölge insanına refah ve özgürlük hatta daha ötesi ileri demokrasi getirmeyi amaçlayan tüm askeri müdahaleler, dışarıdan desteklenen darbeler ve ayaklanmaların sonucunda masum bölge halkları savaşların ve kararsızlıkların yegane kaybedeni olmuştur. Tüm bu 30 yıllık süreçte ülkelerin öz kaynakları ulusal yönetim ve ulusal şirketlerden alınarak çok uluslu sermayelerin eline geçmiş ve sözde yıkılan diktatörlüklerin yerine küçük parça bölge devletçileri ve yönetimleri oluşturulmuştur. Bu yöntem ile tüm bölge adeta param parça edilmiş ve parçalanan pek çok bölgede kontrol silahlı gerilla yönetimlerinin ellerine teslim edilmiştir.

Bölge halkları Arap baharı ile gelmesi vaat edilen ileri demokrasiyi bir kenara bırakın eski günlerini arayacak şekilde fakirleşmiştir. Coğrafyadaki fakirliğin de ötesinde pek çok bölgede yönetimi ele geçiren radikal İslamcı terör örgütleri ve milis güçleri kontrol ettikleri alanlardaki halkların, insanların tüm özgürlüklerine silah gücü ile kısıtlamalar getirmişlerdir. Sert orman kanunlarından oluşan kendilerine göre koydukları yasa ve kurallarla kendilerine biat ve hizmet etmeyenlere yasam sansı verilmeyen bu yeni düzende yasamak bölge halkları için adeta bir işkenceye dönüşmüştür.

Yine bölgenin hinterlandında, yakın doğu ülkeleri olan Afganistan, Pakistan gibi fakirlik içinde yasamak zorunda kalan, özgürlük, insan hakları ve demokrasinin olmadığı sert yönetim rejimlerinin himayesinde yasayan insanlar son bir kurtuluş umuduyla, sonunun nasıl biteceğini asla kestiremeyecekleri amansız maceralara atılarak yasa dışı yollarla Avrupa ülkelerine göçmeye çalışmaktadırlar.

Bu yasa dışı göç yollarının kara ayaklarında onları; askerlerle silahlandırılmış sinir karakollarının yüksek duvarları, mayınlı alanlar ve elektrikli teller beklemekte, nihayetinde göreli masum mavi deniz onlara daha elverişli ve tehlikesiz bir kaçış yolu olarak gözükebilmektedir. Oysa gerçekte; acık denizler her zaman daha zorlayıcı ve daha fazla bilinmezliklerle doludur. Bu gerçeği öğrenmek ve deneyimlemek mülteciler için çoğu zaman şanslı iseler ellerinden alınan tüm para birikimlerinin boşa harcanmasına veya kotu senaryoda tutuklanmalarına ve özgürlüklerinden alıkoyulmalarına sebep olmaktadır. Trajik durumlarda ise sonuçlar mültecilerin ağır ciddi yaralanmalarına ve hatta hayatlarının kaybına mal olacaktır.

Gelelim mevzunun biz denizciler ve denizcilik işletmelerini ilgilendiren kısmına, Denizde Kurtarma Ve Yardım konusuna;

Gerek aşırlardan bugüne gelen iyi denizcilik örf ve adetlerine göre vicdani tahammüllere dayanarak,  gerekse Birleşmiş Milletler – Dünya Denizcilik Örgütünün 1979 Uluslararası Arama Kurtarma Konvansiyonu kurallarına göre denizde tehlike altındaki kazazede tekne ve insanlara yârdim etmek yasal bir zorunluluktur. Bir gemi kaptanı ve vardiyasındaki güverte zabiti sefer yaptığı bölgedeki tüm emniyet ve tehlike yayını yapılan kanalları vhf/ mf/ hf radyo istasyonları ve kanalları, navtex istasyonları, uydu geç mesajları, ile denizcilik uydu haberleşme sisteminin tehlike trafiği nöbet kanallarında nöbet dinleme yapmak ve yaptığı bu nöbet dinlemeye ilişkin tüm kayıtları tam ve düzenle olarak GMDSS ( Küresel Deniz Tehlike Ve Emniyet Sistemi ) haberleşme jurnaline kaydetmekle yükümlüdür. Kısacası seyir yaptığınız bölgede bir gemi yada kara istasyonundan size gelecek bir tehlike mesajına yani yardım çağrısına kayıtsız kalamaz, görmezden gelemezsiniz.

Alınan bir yardım çağrısının detaylarının tam ve doğru olduğundan emin olmak, deniz alanı bölgesinin meteorolojik ve oşinografik koşulları ile gemisinin mevcut şartlarını değerlendirmek ve gemisini olası bir arama ve kurtarma (SAR) operasyonuna hazırlamak ise gemi kaptanın sorumluluğundadır.

Ne var ki, söz konusu bölge Akdeniz çanağı olduğunda bugün bu kararı vermek o kadar da kolay görülmemektedir. Çünkü bölgede inanılmaz bir insan kaçakçılığı trafiği her gün artarak devam etmektedir. Hayatlarını kurtarmak yada daha iyi şartlarda yasamak için çeşitli vaatlerle yola çıkarılan sayısız yasa dışı mülteci göç teknesi bölgede güney kuzey aksında; Kuzey Afrika kıyılarından Güney Avrupa kıyılarına seyir yapmaktadır. Öyle ki mevcut göç yolları ve göç rotaları haritalarda rahatça işaretlenebilir genel trafik hatlarına dönüşmüşlerdir.

Bu haritadaki insan kaçakçılığı göç yolları üzerinden her hangi bir noktada geminizin rotası bir mülteci botu ile kesişebilir ve ansızın alacağınız bir yardım çağrısı  ile tüm normal sefer rutininiz değişebilir yada sefer planlamanız alt-üst olabilir. Bu noktada gemi kaptanının gelişebilecek beklenmedik durumlara karsı farkındalık içinde ve hazırlıklı olması gerekmektedir. Lakin kendinizi başkalarının senaryosunu yazıp, çizdiği bir oyunda bas rolde bulabilirsiniz ve amaçlar sizin düşündüğünüz kadar masum da olmayabilir. Bu oyunda ana amaç Akdeniz`in güney kıyılarından kuzey kıyılarına insan kaçırmaktır. Bu konuda çalışan çok organize insan kaçakçılığın ticarileştirmiş pek çok organizasyonel yapı, yasa dışı örgüt vardır.   Bunların asil amacı bu mağdur insanların paralarını alarak onlara umut satmak ve daha sonra maalesef onları denizin ortasında sahipsiz bırakmaktır. Gerektiğinde bu yasa dişi yapılar bölgedeki arama kurtarma koordinasyon otoritesi gibi davranarak sizi manuple etmeye ve kendi isleri için kullanmayida deneyebilirler. Burada onların amacı bu insanların kurtarılmasından çok Avrupa kıyılarına ulaştırılmasını sağlayacak bir taşıyıcı araç bulmaktan öte değildir. Ne yazık ki sadece para kazanmak uğruna müşterileri gördükleri göçmen kurbanlarının hayatlarını ortaya koyarak bu rus ruletini oynamaktan hiç çekinmemektedirler.

Burada denizin ortasında tehlike içinde olan ve kurtarılmaya muhtaç insanlar olduğu aşikârdır. Ne var ki, bu kurtarma operasyonu kurtarma-yardım kararı almış gemi kaptanı için bazı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Bu mülteci tekneleri genellikle 150 ve daha ustu sayıda insan taşınmaktadır. Bu kadar yüksek sayıda güvenlik acısından kontrolsüz bir insan grubunu gemiye almak başlı başına bir risktir. Diğer taraftan bu insanlar terör örgütü yada eğitilmiş silahlanmış şahıslardan olabilirler lakin hiç bir güvenlik kontrol mekanizmasına takılmadan ülkelerden kacak olarak denize açılmışlardır. Sadece 2023 yılında Akdeniz’de göç rotalarında iki adet tekneden etraftaki gemilere yapılan korsanlık ve silahlı saldırı ihbarı alınmıştır, kısacası bu teknelerin yaklaşan gemilere ateş açan mülteci tekneleri olduğu da düşünülmektedir. Bu kadar fazla sayıda göçmen insanın en az bir kaç gün için  barındırılması ve iaşesi bile başlı başına bir sorundur. İşin üzücü ama bir o kadar gerçek tarafı bu teknelerde yada suda uzun suren deniz yolculuğu sonucunda turlu hastalık yada açlık / susuzluk nedeniyle ölmüş kişileri de gemiye almak durumunda kalabilirsiniz. Onlar yakınlarının ve ailelerinin cenazeleridir, size cenazelerinin gemiye alınması için her turlu baskıyı yapacaklardır pek doğal olarak ama siz bu cansız bedenleri hangi şartlarda nasıl muhafaza edip teslim almayı kabul eden otoritelere verebileceksiniz isin bu kısmı tam bir muammadır. Diğer taraftan asil varılması amaçlanan hedef olan Avrupa ülkelerinin hiçbiri bu mültecileri yasa dışı göç engelleyici kanunları gereğince ülkelerine kabul etmeyeceklerdir. Dahası geminize alıp Afrika ülkelerinden birine bırakmak istediğinizde başka diğer bir suru zorlayıcı formalite ve hatta göçmen insanları ülkelerine kabulü ret ile de karsı karşıya kalmak zorunda kalabilirsiniz. Bu süreç hem gemi kaptanı hem işletme için içinden çıkılması zor koşullara ve uzun sureli belirsizliklere evrilebilir.

Bu şekilde uluslar arası bürokrasi ve formalitelere bağlı olarak geminin seferden alıkonmasına, tutulmasına ve belirsizlik içinde ne kadar süreceği bilinmeyen bir surecin sizi bekleyebileceğini gerçeğini göz ardı edemezsiniz. Günün sonunda bir ticaret gemisinin görevi varoluş amacına uygun olarak yük taşıma seferlerini gerçekleştirmektir. Tüm gemi yapısı ve kapasitesi buna göre inşa edilmektedir. Bos bir afra-max tankerde freebord dediğimiz sudan güverte yüksekliği 14 metre yüksekliğe kadar ulaşabilmektedir. Bu şartlarda sudan insan alabilmek için tüm meteorolojik ve deniz şartlarının son derece elverişli olması gerekir. Geminizin bir kurtarma filikası varsa bile her koşulda bunu suya indirmek ve kazazedeleri sudan toplamak her koşulda mümkün olmayabilir.

Bu krizi denizin ortasında yönetebilmek için tüm gemi personelinin kurtarma, yardım için  gerekli eğitim ve talimlerinin eksiz yerine getirilmiş, müdahaleye hazır bulunma durumda olmaları gerekir. Her durumda bu boyutlarda bir kurtarma operasyonu profesyonel bir hazırlık ve operasyona uygun ekipman gerektirir. Gerçekte pek çok gemi kondisyonu ve personeli bu konuda yetkin manada bir kurtarma operasyonunu yürütmek için hazır değildir.

Geminizin işletme firması veya armatörü de yüke ve sefere karsı çeşitli taşıma sözleşmeleri ile taahhüt altına girmiştir. Geminin taşıdığı yüke ilişkin alıcı ve gönderici arasında da ticari ve maddi beklentileri düzenleyen kiralama sözleşmelerinin bağlayıcılığı da söz konusudur. Bu durumda karadaki yönetim ofisi de sizi olaylar ve koşullar hakkında sürekli yönlendirmeye, kendi işletmesinin de ticari haklarını korumaya çalışacaktır. Bu koşullar altında gemi kaptanı olarak alınması zorlayıcı riskler ve kararlar almak durumunda kalabilirsiniz. Bir yanda vicdaniniz ve diğer yanda mantığınız, çetin bir mücadele ile basmasa kalabilirsiniz.

Günün sonunda objektif düşünmek gerekirse, denizin ortasındaki bu krizde ne bu insanları ölüm yolculuğuna zorlayan veya para için onları ikna eden Orta doğu ülkelerinin liderleri ve bu baskıcı düzenlerin insanları vardır ne de bu insanları ülkelerinden uzak tutmak isteyen Avrupalı liderler ve insanlar vardır. Peki bu durum adil midir? Tüm bu çok uluslu ve çok boyutlu islenen günahların kurtarıcısı olma sorumluluğu gemi kaptanının omuzlarına neden bırakılmaktadır ? Neden gemi kaptanı bir yanlışlıklar ve kötülükler sinsilesinin yerine göre kahramanı yerine göre günah keçisi olmak durumunda kalmaktalardır? Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık atasözümüzdeki gibi bıçak sırtı bir durumdur bu ve güvenilir karar almak bu koşullar altında gemi kaptanı için çok zordur. Ne karar alırsa alsın vicdani ile mantığı çetin bir savaş verecektir.

Gerçekte bu göçmenler için kısa, orta uzun vadede nelerin yapılması gerektiği ortadadır ama kimse, hiç bir devlet salt insan odaklı çözüm üretme temelinde meseleye yaklaşmamaktadır. Devletlerin çıkarları vardır, duyguları değil derler. Oysa devletlerin güçlü donanmaları vardır, geniş sahalarda yaygın sahil güvenlik yapılanmaları vardır, arama- kurtarma merkezleri ve ilgili deniz alanı müdahale unsurları vardır ama bu insan kaçakçılığı isinde maalesef devletlerin sadece kendi durumlarına uygun ulusal çıkarları vardır. Kimse bu insanlar için gerçek çözüm üretecek şartları oluşturmaya para ve zaman harcamak istemez. En fazla günü kurtaran geçici çözümler ile bu insanları kendi kaderlerine terk etmeyi seçerler. Gerekirse insanlık buz keser, göz yasları sel olur ama kimse ne görür, ne de duyar…

Zordur denizcinin isi, zordur kaptanın isi; denizler her zaman tehlikelerle doludur, efil efil esen ilik bir meltem ile başlayan güneşli bir bir Mayıs sabahının nerede ve nasıl biteceğini kestirmek zordur Akdeniz’de, bahçemizdeki dramın denizinde, Avrupa’ya ve ileri medeniyete kıyıdaş, komsu ama gerçek insanlıktan bilmem kaç ışık yılı kadar uzak…

Tüm deniz emekçisi meslektaşlarıma sakin bahar denizlerinde hayırlı selametler dilerken Friedrich Nietzche`nin bir sözü aklıma geliyor;

“İnsanlar da ağaca benzer; ne kadar yükseğe ve ışığa çıkmak isterse o kadar derin kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe.”
– Friedrich Nietzche

 

 


Bunları da beğenebilirsin