Denizcinin anasayfası

Deniz Müzesi’nin kuruluş hikayesi

19 Asırda Türk Tersanelerinde yapılan buharlı gemiler “ile ilgili araştırma yaparken, Abidin Daver’in Haluk Şehsuvaroğlu’nun bir kitabından alıntı yaptığını okudum.

“19 Asırda Türk Tersanelerinde yapılan buharlı gemiler “ile ilgili araştırma yaparken, Abidin Daver’in Haluk Şehsuvaroğlu’nun bir kitabından alıntı yaptığını okudum. Hemen araştırmaya başladım. Bulduklarım beni çok şaşırttı ve çok memnun oldum.

Çoğumuzun bilmediği bu hikayede, Deniz Müzesi’nin nasıl kurulduğunu ve bu günlere geldiğini öğrendim ve sizlerle paylaşmak istiyorum.Bu güzel insanları tekrar anmak ve hatırlamak gerçekten çok sevindirici,nurlar içinde uyusunlar..

A. İlker Meşe

LEBRİZ SANAL DERGİ’de 20 Ağustos 2009 tarihli Serdar Başaran’ın yazısı;

İstanbul Deniz Müzesi’nde “Feyhaman” imzalı bir yağlıboya Haluk Şehsuvaroğlu portresi vardır. Bu portreye gözüm ne zaman ilişse; eski terbiye ile yetişmiş, mütevazi, bilgili ve görgülü bir İstanbul beyefendisi ile karşı karşıya geldiğimi düşünürüm. Günümüzde arayıp da bulamadığımız, yüzlerini görmeye, sohbetlerine doymaya hasret kaldığımız o müstesna simalarımızdan biridir Haluk Şehsuvaroğlu.

Bu yazımda, müdürlüğü döneminde üzerine titrediği Deniz Müzesi ile özdeşleşen bu büyük insanın, Deniz Müzesi’nin çağdaş anlamda yeniden yapılandırılıp gerçek bir müze haline gelmesi için verdiği uğraşı, derleyebildiğim bilgiler ölçüsünde okuyucuyla paylaşmak istedim. Gönül ister ki, bu değerli insanımız için gelecekte çok daha kapsamlı çalışmalar yapılsın. Çünkü, Haluk Şehsuvaroğlu, Türk tarihi ve kültürü için yaptığı özverili, gönülden çalışmaları ile de ülkemizin gerçek bir tarih ve kültür abidesi.

Fahri Çoker; “ismiyle müsemma büyük insan, kıymetli tarihçi” ifadeleriyle andığı Haluk Şehsuvaroğlu’nun yaşamöyküsünü şöyle anlatıyor:

“Aile içinde (Yusuf) diye çağırılan Yusuf Haluk ŞEHSUVAROĞLU, 14 Temmuz 1912’de İstanbul-Çamlıca, Altunizade’de Yusuf Paşa Köşkü’nde dünyaya gelmiştir. Babası Mahmut Selim Bey, annesi Nazire Hanım’dır. Aile, I. Abdülhamit ve III. Selim devri veziriazamlarından Koca Yusuf Paşa sülalesindendir. Küçük yaşta babasını kaybeden Haluk, Altunizade İlkokulu’nu bitirdikten sonra 6 Aralık 1926’da Kuleli Askeri Lisesi’ne girmiş, 1933 Nisanında liseden mezuniyetini müteakip, sağlık durumunun müsaadesizliği dolayısıyla, önce tarih-coğrafya öğretmeni yetiştirilmek üzere askeri öğretmen sınıfına ayrılmış, kendisi hakim olmayı arzu etmesi itibariyle askeri hakim sınıfına nakledilerek 3 Ocak 1934’den itibaren İstanbul Hukuk Fakültesi’ne devama başlamıştır.

1935-1936 ders yılı sonunda fakülteden mezun olan Haluk, mevzuata göre, önce yedek subay yetiştirilmek üzere 1 Kasım 1936’da Halıcıoğlu Yedek Subay Okulu’na gönderilmiş; 30 Nisan 1937’de Yd. Lv. Asteğmen olarak mezuniyetinde Sarıyer’deki 16. Piyade Alayı’na tayin edilmiştir. 1 Kasım 1937’de Yedek Teğmenliğe terfi ve bu rütbe ile askeri hakimliğe nakil olunmuş ve staj için bakanlık askerlik adliyesi şubesine verilmiştir. Altı ay devam eden staj sonunda, kara kuvvetlerinden denize kati nakli yapılan Hakim Teğmen H. Şehsuvaroğlu, 29 Nisan 1938 tarihli kararname ile Donanma Komutanlığı refakatine atanmış ve 20 Mayıs 1938’de hakimlik görevine başlamıştır.

30 Ağustos 1938’de Üsteğmenliğe yükseltilmiş ve 22 Ekim 1938’de yeni kurulan Harp Filosu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne nakledilmiştir. İki yıl da bu görevde kalan Şehsuvaroğlu 16 Kasım 1940’da Deniz Müsteşarlığı Donanma Şubesi’ne memur edilmiş, bu görevde iken 30 Ağustos 1942’de Yüzbaşılığa yükseltilmiştir. 6 Mayıs 1943’de aynı şubeye bağlı olarak teşkil ve müze ve arşiv işleriyle uğraşması kararlaştırılan 5. Kısım Amirliğine verilmiş ve ek görev olarak da Deniz Harp Akademisi Askeri Kanunlar öğretmenliğine tayin edilmiştir.

6 Haziran 1946’da İstanbul Deniz Müzesi ve Arşivi Müdürlüğü’ne atanan Kd. Yüzbaşı Şehsuvaroğlu, arzusu üzerine, bakanlığın 14 Şubat 1947 tarihli onayı ile (Askeri öğretmen) sınıfına nakledilmiş ve 28 Şubat 1947’de Deniz Harp Okulu Hukuk Öğretmenliği ek görev olarak verilmiştir.

Bilgi ve görgüsünü artırmak ve müzelerde inceleme yapmak üzere 1950 yılı Ekim ayı sonunda İngiltere’ye gönderilen Şehsuvaroğlu, 27 Mart 1951’de yurda dönmüş ve 30 Ağustos 1951’de Binbaşılığa terfi etmiştir. 1946 yılından itibaren yaptığı tarihi yayınlar ve deniz müzesinin yeniden kurulmasında gösterdiği başarı ile dikkati çeken Haluk Şehsuvaroğlu’nun, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğüne tayini düşünüldüğü Milli Eğitim Bakanlığı’nın 16 Haziran 1952 tarih ve 40/1808 sayılı yazısı ile bildirilerek tayine muvafakat istenmiş, Milli Savunma Bakanlığı’nın müspet cevabı üzerine Bakanlar Kurulu’nun 13 Ekim 1952 gün ve 3/15687 sayılı kararnamesiyle, Milli Savunma Bakanlığı kadrolarında gösterilmek üzere Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’nde çalıştırılması 1281 sayılı kanuna istinaden tensip edilmiştir. 30 Ağustos 1957’de Yarbay ve 30 Ağustos 1959’da Albaylığa yükseltilen Şehsuvaroğlu, Deniz Müzesi Müdür Vekaletini ve Deniz Harp Okulu’ndaki öğretmenliğini, Albaylıktan emekliye ayrıldığı 20 Ağustos 1960 tarihine kadar muhafaza etmiş, ancak sağlık durumu Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’nü gereği gibi yapmasına imkan vermediğinden, 1 Haziran 1961’de Müze Müşavirliğine nakledilmiştir. Son memuriyeti budur.

Haluk Şehsuvaroğlu hiç evlenmemiş olup, hayatta evli bir kız kardeşi vardır.

Çoker, Haluk Şehsuvaroğlu’nun son yıllarını ise şöyle anlatıyor: 1960 Ağustos’unda emekliye ayrılmasını müteakip geçirdiği sağ hemipleji ile yürüme fonksiyonu ileri derece bozulmuş, bu arada sevgili anacığını kaybetmiş olması onu büsbütün yıkmıştı. Kadirbilir bir arkadaşının yardımı ile gittiği Londra’daki tedavisi de bir netice vermedi. Nihayet ecel, 23 Aralık 1963 Pazartesi günü onu aramızdan aldı, götürdü; tek kelime ile üstün yaradılışta bir insandı Haluk… Nur içinde yatsın…”

Çoker, Haluk Şehsuvaroğlu’nun Deniz Müzesi’nin yeniden kurulmasına yönelik çalışmalarını da şu sözlerle dile getirir: “1946 yılında Deniz Müzesi ve Arşivi Müdürlüğü’ne tayin edilerek İstanbul’a geldi. İkinci Dünya Harbi sırasında Anadolu’ya nakledilmiş olan ve ambarlarda sandıklar içinde muhafaza edilen müze eşyasını ilmi bir tasnifle sergileyerek Dolmabahçe Camisi’nde cidden mükemmel bir müze kurdu. Artık, Deniz Kuvvetleri mensupları (bizim de bir müzemiz var) diyebiliyorlardı. Fakat Haluk için bir şeye mükemmel diyebilmek o kadar zor idi ki, her an okuma ve araştırma halinde idi. Bu azametli mesai içinde bir taraftan da tetkiklerini (AKŞAM) da yayınlayarak kendisine haklı bir isim yapıyor, bildiklerini Avrupa müzelerinde geliştirmeyi düşünüyordu. Bu arzusu Bakanlıkça da uygun karşılandığı için 1950 Ekim sonunda İngiltere’ye gönderildi. Beş ay Avrupa’da tetkikler yaptıktan sonra yurda döndü ve gördüklerini yeniden kurucusu olduğu Deniz Müzesi’nde uygulamaya çalıştı.”

Bahri S. Noyan, Haluk Şehsuvaroğlu’nun Deniz Müzesi’nin çağdaş anlamda yeniden yapılanmasında gösterdiği çabalarından şöyle bahsediyor: “1942 yılında; Milli Savunma Bakanlığı Deniz Müşavirliği’nde, Deniz Müzesi’nin yeniden kurulması düşüncesi uyandı. Müsteşarlığın müze ve arşiv işlerine bakmakta olan deniz hakim üsteğmen Haluk Y. Şehsuvaroğlu, bir yandan Kasımpaşa’daki bir binada duran tarihi saltanat kadırgasının köşk ve teknesi ile, bir kısım saltanat kayıklarının tekne restorasyonlarının yaptırılması hazırlıklarını sürdürüyor ve harbin bitiminde de, İstanbul’da kurulacak deniz müzesi için uygun bir bina bulmaya çalışıyordu.

1946 yılında; “Deniz Müzesi ve Arşivi Müdürlüğü” ismini alan müzenin müdürlüğüne Haluk Y. Şehsuvaroğlu getirildi. Yeni müdür ödevine başladığı zaman henüz bir müze binası mevcut bulunmuyordu. Müdür ilk görüşmelerini İstanbul’da bazı imar hareketleriyle uğraşan vali Dr. Lütfi Kırdar’la yaptı. Vali, Müdüre şehircilik uzmanı Prost’un bir raporunu göstermiş ve kendisinin de bu rapordaki düşünceye katıldığını açıklamıştı. Prost raporunda; Dolmabahçe’nin tarihi önemi üzerinde ısrarla duruyor ve Fatih’in gemilerini buradan karaya çıkardığını belirterek, bu önemli olayın geçtiği yerde bulunan eski ve terkedilmiş Dolmabahçe Camii’nde bir “Kadırgalar Müzesi” kurulmasını tavsiye ediyordu.

Müze müdürü ileri sürülen bu düşünceyi pek beğenmişti. Dolmabahçe’nin deniz tarihimizle ilgisi Fatih zamanından başlıyordu. Bizanslılar devrinde bir koy olan bu alanda İstanbul’u kuşatan donanmamız yatmıştı. Yüzyıllar boyunca da donanmamız, Hızır’ın birinci günü (6 Mayıs) Haliç’ten çıkar, Sarayburnu’ndaki törenden sonra Dolmabahçe önüne demirler ve burada kurulan çadırlarda gemi reislerine ziyafetler çekilirdi. Bu sebeplerle, burada kurulacak bir müzenin kapısından fetih ve gaza yıllarının birbirinden güzel hatıraları ile girilecekti.

Ayrıca; burası, stadyum yapılmasından sonra büyük önem kazanmıştı. Fakat bir camide müze kurmanın güçlükleri de ortada idi. Bütün bunları düşünen müdür, başka bir bina aramış, fakat müzeye elverişli bir yer bulamamıştı. Kısmen uygun bulunan alanlarda da yeni bir bina yaptırmaya bütçe imkanları yetersiz bulunuyordu. Bu duruma göre, Dolmabahçe Camii kabul edilmek zorunda kalınmış ve vakıfların da uygun karşılamasıyla cami Deniz Müzesi yapılmak üzere Milli Savunma Bakanlığı’na verilmişti.

Sarayın bir geleneğine göre, hükümdarların Cuma selamlığına çıkmaları için yapılmış olan bu caminin meşruta kısmı teşhire elverişli bulunuyordu. Camiin içi bir harabe halinde idi. Mahfil kısmının tavanları çökmüş, döşemeleri çürüyüp yok olmuştu. Cami kısmındaki kubbe ve etrafı yağışlar yüzünden yer yer dökülüp bozulmuştu.

Bu harap bina maddi imkânsızlıklar sebebiyle müze müdürünün bazı deniz birliklerinden sağladığı yardımlarla marangoz ve sanatkar erlerden yararlanılarak çok az bir para sarfiyle onarıldı. Ankara’daki ilgililerden de büyük yardımlar görüldü. Bu suretle harap durumdan kurtarılıp bakımlı bir hale geldi.

Müdür camiin mimari havasını bozmadan elindeki eşyayı en iyi şekilde binaya yerleştirmeyi başardı. İbadet edilen kısma insan resmi, heykel vesaire gibi uygun düşmeyecek eşyanın konulmasından kaçınılmış, burada bilhassa eski kalyon salonlarını süsleyen yazı levhaları ve ayetler, eski gemilerimizde kullanılmış sancaklar, gemi modelleri, fermanlar, bazı planlar, eski deniz haritaları, seyir aletleri, madalyalar ve mühürler teşhir edilmişti.

İlk deniz müzesi “Dolmabahçe camii”

Eski müzeden ele geçen az ve yetersiz eşya ile Türk bahriyesini ifade etmenin zorluğu meydanda idi. Türk bahriye tarihini ve denizciliğini, Türk gemilerinin yapımındaki ilerlemeyi gösteren Eski Tersaneler Salonu, Eski Gemi Modelleri Salonu, deniz silahlarının çeşitlerini kapsayan Deniz Silahları Salonu, meşhur Kaptan paşalarımızın portreleriyle süslenmiş Kaptan paşalar Galerisi, deniz savaşlarımızı ve deniz resimlerimizi gösteren tabloların bulunduğu Deniz Savaşları ve Deniz Resimleri Galerisi, eski deniz kıyafetleri giydirilmiş mankenlerle düzenli Kıyafet Galerisi ile sunan müze müdürü, bazı önemli konular için de ayrı salonlar ayrılmasını düşünmüştü. Bunlar da Barbaros Salonu, Turgut Salonu, Bahriye Mektebi Salonu, Mahmudiye Salonu, Kırım Harbi Salonu, Kayıklar Salonu, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Bahriyesi Salonu, Hamidiye Salonu, Atatürk Salonu ve Deniz Şehitleri Salonu idi. Ayrıca, Türk Kurtuluş Harbi’nde Türk Bahriyesi Salonu’nun da kurulması düşünülüyordu.

Yeni müze, bütün deniz tarihimizi ve bahri ilerleyişimizi gösteren ilmi bir zihniyet ve metodla tertip ve tanzim edilerek iki yılda kurulup 27 Eylül 1948 tarihinde ziyarete açıldı. Bu süre içinde elde bulunan eşyaya yeni eserler katılmış, bilhassa yabancı müzelerdeki meşhur denizcilerimize ait portre ve gravürlerin kopyaları getirtilerek bunlar İstanbul’daki ressamlarımıza yağlı boya olarak yaptırılmıştı.

Bunlardan Barbaros Hayrettin, Turgut, Sokullu Mehmet ve Kılıç Ali Paşalar’ın Amerika ve Avrupa’da bulunan devirlerinde yapılmış portrelerinden getirtilen fotoğraflara göre yaptırılan yağlıboya resimleri, Malta Çıkarması’nı gösteren İspanyol ressamı Eugenie Caxes’in imzasını taşıyan otantik yağlıboya tablo, Malta kuşatmasının safhalarını gösterir gravürler, İstanbul’da yaptırılan Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın yağlı boya portresi, meşhur Rus deniz ressamı “İvan Aivazovsky” nin Karadeniz Boğazı’nda Tahlisiyeciler tablosu ve Venedikli bir ressamın yağlı boya olarak devrinde yapmış olduğu 17. Yüzyılda Türk-Venedik Deniz Savaşı’nı gösteren resim en önemlileri arasında bulunmaktadır.

1944 yılında, Deniz Müsteşarlığı’nın müze işleri ile ilgili dairesince, Tarihi Saltanat Kadırgası köşkünün restorasyonuna başlatılmış ve 1948 yılında bitirilmişti. Yine aynı daire, 1946 yılında Tarihi Saltanat Kadırgası ile bir kısım eski kayıkların tekne restorasyonlarını da ele alarak 1947’de tamamlatmıştı.

1950 yılında Tarihi Saltanat Kadırgası’nın boya ve nakış restorasyonu yaptırıldı. Bu restorasyon sırasında Güzel Sanatlar Akademisi uzmanlarınca teknenin orijinal boya ve nakışları bulunarak kadırgaya esas karakteri verildi.

Aynı yıl, Milli Saraylar Müdürlüğü’ne ait Dolmabahçe Sarayı Garaj ve Kayıkhanesi ve burada duran saltanat ve piyade kayıkları Deniz Müzesi’ne devredildi. Bu suretle, camide bulunan Müze Müdürlüğü ve idari kısım ile kütüphane bu binaya taşındı. İki kısımdan meydana gelen binanın garaj kısmında yapılan değişiklikle, buranın üst ve alt salonuna sekiz kayık yerleştirildi. Alt salonda, birisi hamlacı elbiseleri giydirilmiş ve kürek çeker durumdaki mankenlerle donatılmış olarak Sultan Abdümecid’e ait yedi çifte iki saltanat kayığı ile, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya ait üç çifte kayık, prens Abbas Paşa’nın bir çift kayığı ve Atatürk’ün Florya Deniz Köşkü’nde kullanmış olduğu sandal bulunuyordu. Müzenin kendi imkânlarıyla pek güzel bir şekilde hazırlanan bu kısım “Müze Kayıklar Salonu” ismiyle 1952 yılında halkın ziyaretine açıldı. Ayrıca, Kasımpaşa’da uygun olmayan bir binada duran Arşiv Defterleri de getirilerek, kayıkhane kısmının üst katında ayrılan bir odaya yerleştirildi.

Dolmabahçe kayıkhane

1956 yılında Dolmabahçe ve Kayıkhane binasının istimlakı üzerine, burada bulunan kütüphane, arşiv, teşhir dışı eşya ve idari kısım, Dolmabahçe Sarayı müştemilatından “Ağalar Dairesi”ne 13 Kasım 1956’dan 22 Kasım 1956 tarihine kadar, saltanat ve piyade kayıkları da Devlet Malzeme Ofisi’nden kiralanan Dolmabahçe Sarayı’nın eski mutfaklarına 21-28 Kasım 1956 tarihleri arasında taşındı.

15 Şubat 1957 tarihinden 27 Şubat 1957 tarihine kadar süren bir çalışma ile, Denizcilik Bankası’nın Camialtı Tersanesi sınırları içinde kalmış olan harap ve rutubetli bir depo haline gelmiş bulunan iki gözlü kayıkhane binasındaki Tarihi Saltanat Kadırgası, saltanat ve piyade kayıkları da bu binaya getirildi.”

Deniz Müzesi’nin Dolmabahçe Camii’nde ziyaretçilere açık bulunan kısmı 1960 yılında cami binasının Yassıada İrtibat Kurulu’na verilmesiyle kapanmış ve camiin boşaltılması gerekmiştir. Beşiktaş’ta boş durmakta olan maliye binası, o sırada müze müdürü olan Faruk Erus’un gayret ve çabalarıyla müzeye verilmiştir.

Deniz müzesinin ilk hali

Deniz müzesi son yerinde

Bu durum Haluk Şehsuvaroğlu’nu da çok mutlu etmişti. Deniz Harp Okulu’nda öğrencisi İbrahim Akkaya; “Ölümünden evvel bu mesut durumu görmenin sevincini sık sık tekrarlardı” demiştir.


Bunları da beğenebilirsin