Denizcinin anasayfası

İlhan Özerdim’den “Eski gönül hikayeleri”

İlhan Özerdim ağabeyim ilerlemiş yaşına rağmen, hatırladıklarına ve isim hafızasına hayran olmamak mümkün değil. Bu hikâyeyi gönderdiğinde, hemen peşinden aradı. “Sakın yazma yanlış olur” dedi.
Bence denizciliğin bu eğlenceli tarafları olmasa, gerçekten sadece çektiğimize sıkıntıları anlatsak veya yaşadığımız olumsuzlukları paylaşırsak kim denizci olmak ister ki? Çok az denizciye nasip olabilecek bu aşk hikâyesinde hem gemiyi hem de eğlenceyi sizlerle paylaşmaktan büyük keyif aldım.
İyi okumalar

ESKİ GÖNÜL SERÜVENLERİ

“Bekârlık sultanlıktır” özdeyişine bağlı kalarak, evlenmeyi hiç düşünmedim. Zaten ailem, özellikle kardeşlerim konusunda öylesine büyük düşüncelerim vardı ki, bunların arasında evliliğin yer alması olanaksızdı. Evlenmeyi yaşam-dışı tutmama karşın, doğanın en güzel sanat eseri olan kadınlara ilgisiz kalamazdım, doğallıkla. Yaşamımı böyle sürdürmeğe kararlıydım ,bu konuda tatlı, acı anılarım da oldu. İlginç olan bazılarını yazmaya özendim.

1958’in sonbaharı ile 1959’un kış aylarında S/S Kütahya gemisi ile Danimarka’ya iki sefer yaptım.

 

6O yılı aşkın bir süre geçtiği için zabit arkadaşların çoğunu anımsamıyorum. Anımsadıklarım şunlar sadece: yüzü Atatürk’e çok benzeyen bir Süvarimiz vardı. Ne yazık ki adı belleğimde yok. Çarkçıbaşı Abi Hâlit (ameli), Gv. Zbt. Yalçın Ilgaz (Gv.55), Mk.Zbt. Eyüp (Ameli), Mk. Zbt. Yaşlı astsubay emeklisi.

Gemide her yer bademle dolu
Geminin yükü badem içi; gemi badem çuvalları ile lebalep dolu. Türkiye’den Danimarka’ya taşınan bu yükün bir çuvalını açmışlar, gemide herkese dağıtıyorlar. Eh, 3 bin ton badem içinin bir çuvalı da gemi personelinin göz hakkı olması doğaldır. Ofisimde evrak için çekmeceleri açıyorum, evraklara ulaşmak olanaksız; çekmeceler silme badem dolu. Badem yemekten enselerimizde çıbanlar çıktı. Danimarka’da çok kıymetli olan bu yükü boşaltmak için Danimarka’nın en küçük limanı Korsör’e yanaştık. Korsör, o zaman, 25-30 dakikada kasabanın bir ucundan öbür ucuna yürünebilecek kadar küçük bir kasabaydı.

 

Geminin yanaştığı rıhtım, bakkalların, kasapların, manavların bulunduğu kasabanın çarşısı. Yani gemiden inince kendini çarşının içinde buluyorsun; ya da gemiden çarşıyı ve dolaşan insanları kolaylıkla izleyebilirsin. Çarşıda bir kaç tane birahane aynı zamanda dansing var. Biz her akşam ceplerimize bademleri doldurup çarşıdaki eğlence yerlerine gidiyor ve badem eşliğinde içki içiyor, müzik dinliyor ve dans ediyorduk.

Siz Avrupa’daki küçük yerleşim yerlerinin küçüklüğüne bakmayın; kendi boyundan büyük eğlence yerleri vardır ve bütün kasaba halkı akşamları buralara giderek hoş vakit geçirirler. Biz de doğal olarak kısa süreli konuk olarak bu ortam içinde yerimizi alıyorduk. Bir akşam bir meyhaneye gittim; ceplerim badem dolu. Oturan kızların önüne bir avuç badem koyup onlarla dans ediyor ve eğleniyordum. Onlara göre oldukça yüksek değerli bir alış-verişti bu. Orta yaşlı bir hanım ve yanında bir bey ile karşılarında genç bir kızın bir masada oturduklarını gördüm. Belli ki, anne, baba ve kızları ile eğlenmeye gelmişler. Yanlarına gittim. Bir avuç badem Hanımefendinin önüne, birer avuç da Beyefendi ile kızın önüne koydum. Bu pahalı hediyeyi çok beğenen aile bana kendileri ile oturmayı önerdiler ya da yüzlerindeki beğeni anlatımına güvenerek ben kendiliğimden boş sandalyeye yanlarına oturdum.

Anne-baba az buçuk Almanca, kız da yarım yamalak hem İngilizce ve Almanca biliyorlardı. Bende de orta şekerli hem Almanca ve hem de İngilizce olduğu için güzel bir söyleşi ortamı oluştu. Romantik bir müzik çalmaya başlayınca kızı dansa kaldırdım. Herhâlde kız beni beğendi ki, bütün cömertliği ile bana sarılarak dans ettik. Etik, estetik ve neşeli bir akşam geçirdikten sonra evlerimize gitmek üzere dışarı çıktık ve anne-baba önde, kızla ben arkada yürümeye başladık. Mevsim kış. Ama hava çok durgun ve hiç esinti olmadığından üşümüyor; yaprak bile kıpırdamayan böyle bir ortamda sanki doğanın en okşayıcı kucağında gezintidesin duygusu egemen.

Çarşıdan uzaklaştıkça yerdeki karlar daha belirginleşiyor, kalınlaşıyor. Az bir yürüyüşten sonra, sanki kasabaya küsüp bir kenara çekilmiş gibi tek başına, bir ormanın kıyısında kulübe büyüklüğünde bir eve geldik. Karların kalınlığı 40-50 sm. olduğundan yürüyerek açılmış patikadan yürümek zorunlu. Eve girdik. Solda bir oda; bir bölümü yatak odasına dönüştürülmüş. Sağda içinde büyük bir kuzine olan mutfak. Kuzinenin içindeki bol ateş sözüm ona evi ısıtıyor. Anne-baba yatmaya çekilmeleri üzerine kız ile ben daha okşayıcı bulduğumuz ve çok dingin olan evin dışına çıkmayı yeğledik.

Akça pakça beyazlığın ve yüksek orman ağaçlarının konukseverliğinin kucağına attık kendimizi. Kara kış derler ama biz ak konukseverliğinin sıcacık koynundaydık sanki. Bu ortam bizi cennet mutluluğuna taşıdı. Bu cennette hep kalmakta vardı; ama ben gidiş-dönüş bileti almıştım. Dünyaya geri döndük. Yeni tanıdığım aile ile bir daha görüşme olanağı bulamadan ertesi gün gemi kalktı.

 

Mektup gönderdi ama Danca yazmış

Geri kalan yükümüzü boşaltmak üzere daha kuzeyde olan Aarhus limanına girdik. Sevgili olmanın tadı damağımızdayken kızdan bir mektup aldım. Ama mektup Danca yazılmış olduğundan bir şey anlamadım ve ofisimdeki çekmecelerden birine koydum. Korsör’e göre daha büyük bir kent olan Aarhus’ta bir akşam dışarı çıktım.

 

Bir dansinge gittim. Geniş bir dans pistinin bir kenarındaki orkestra günün en güzel parçalarını çalıyor ve gençler de dans ediyordu. Ben de gözüme kestirdiğim bir kızı dansa kaldırdım. Dolgun vücutlu çok güzel bir kızdı. (Zaten Danimarka’da çirkin kız yoktur) Üstelik güzel de dans ediyordu. “Kendisinin turist olduğunu ve bir otelde kaldığını” söyledi damdan düşer gibi. “Oldukça pahalı bir dinlence yapıyorsunuz anlaşılan” dedim. “Ne yazık ki öyle; ama başka yolu yok” dedi. “Var” dedim, kesin bir anlatımla. Sorgulayan gözlerle gözlerime baktı.!!
“Benim bildiğim bir otel var; yemek de yatak da bedava. Orada kalır ve dinlencenizi sürdürürsünüz. “Neredeymiş bu otel?” diye sordu.
“Limandaki bizim GEMİ. Pek lüks değildir ama yemekleri çok lezzetlidir ve yatakları temizdir diye ekledim.” Kabul etti.

Tası tarağı toplayıp süper bedava S/S KÜTAHYA gemisine geldi, yerleşti. Gemi Aarhus’tan kalkıncaya kadar kaldı. O da bu oteli çok beğendi anlaşılan. Kalışının galiba 3. günü, yatağın kenarında oturur durumdayken “sana bir gerçeği açıklamak istiyorum” dedi. “Nedir o?” diyerek kaygıyla yüzüne baktım. “Ben turist falan değilim. Bir otelde çamaşırcılık yapıyorum. Sana yalan söyledim” diyerek bağışlanma isteğini dile getirme çabasını gösterdi.

Ben de, “Bazı yalanlar beyaz yalandır; güzellik, iyilik, neşe ve hatta mutluluk getirir. Böyle bir beyaz yalanından ötürü seni kutluyor ve çok teşekkür ediyorum” dedim. Bir gün benim kamaranın ofisindeki çekmecelerden badem yerken Korsör’deki kızın mektubu eline geçmiş ve okumuş. Bana mektubu göstererek “bu kim?” diye sordu. “Korsör’de tanıştığım bir ailenin kızı” diye yanıtladım. “İçinde ne yazıyor, biliyor musun?” “Hayır, Danimarkaca bilmediğimden bir şey anlamadım.” “Ben söyleyeyim” dedi ve mektubu İngilizceye çevirerek anlattı.
“Benim kızları ile ilişkiye girmem anne-babanın çok canını sıkmış; ya bir bebek olursa diye. Endişeyi gidermek üzere o da hastanede bebek testi yaptırmış. Sonuç anne-babayı sevindirmiş ama kendisi üzülmüş; keşke senden bir çocuğum olsaydı diye hayıflandığını yazıyor mektupta.” İyi mi.!!
Beyaz yalanın üstüne kara bir leke gibi oturdu, bu haber. Ama Danimarka kadınları denizciden daha çok denizcidir; olayı hiç sorun yapmadı, mektubu bir kenara atıp, badem yemeyi sürdürdü.

Bir kez daha Danimarka’ya gidiyoruz

Danimarka’da işi biten gemi, Türkiye için yükleme yapmak üzere Kontinental limanlarına geldi. Sonra Türkiye’ye döndü ve yüklerimizi Türk limanlarına bıraktık. Şu tesadüfe bakın ki yeni yükümüz yine Danimarka’ya olup, ilk boşaltma limanımız da Korsör’dü. Yükümüzün ne olduğunu anımsamıyorum ama badem içi olmadığını biliyorum. Böylece kısa bir ayrılıktan sonra Danimarka’ya tekrar gittik, Korsör’de çarşıya yanaştık. Yanaştığımız akşam ben giyindim kuşandım, süslendim püslendim, geçen sefer tanıştığım kız arkadaşımı bulmak üzere geminin karşısındaki aynı bara gittim. Evine de gidebilirdim ama çekindim. Bir süre demlendikten sonra barmen kıza kız arkadaşımın adını (o zaman biliyordum; şimdi belleğimde yok) vererek gelme olanağı olup olmadığını sordum. “Gelebilirler” dedi. Ben bir içki daha ısmarladım ve yeniden bekleme dönemine girdim.

Benim kız gelmeyince Alman barmenin evine gittim

İçkimi yudumlarken barmen kızla konuşma fırsatı doğdu. Kız Alman kökenliymiş; Almanca konuşmak birbirimizi anlamakta ve tanımakta yardımcı oldu. Adı Ketty (yanlış olabilir) olan barmen kız, benim kızdan çok çok daha güzeldi. Gün bitti. Yeni gün başladı. Benim kız gelmedi. Barın çalışma süresi doldu. Ketty “istersen benim eve gidelim söyleşimizi bizde sürdürelim” önerisinde bulundu. Ben, ”neden olmasın” diyerek evine doğru yürüdük. 3-5 dakikada vardığımız ev aslında 1 odacık idi. Bu sıcacık odacıkta içkilerimiz eşliğinde söyleşimiz daha bi renklendi ve içtenlik kazandı. İkinci Dünya Savaşında, küçük yaşlarında nazi kamplarındaymış. Çok eziyetli bir yaşantısı olmuş o kamplarda. Naziler kampta topladıklarına sicil numarası verip karınlarına numarayı öylesine kazıyarak yazmışlar ki, yıllar geçmesine karşın karın yüzeyinden numara bir türlü kaybolmamış. Açtı, karnındaki numarayı gösterdi. Numara hâlâ taptaze duruyordu. Çektiği sıkıntıları anlattı. İçim parçalandı. Bir fırsatını bulup kamptan kaçmış, Danimarka’ya sığınmış. O günden beri Danimarka’da yaşıyormuş. Kimsesi yok. Aslında Odense ile Korsör arasında sefer yapan feribotta çalışıyormuş. Benim kız da aynı yerde çalıştığı için oradan arkadaşmışlar. İzinli olduğu zamanlarda bardaki arkadaşlarına hem yardımcı oluyor hem de orada arkadaşları ile beraberliği sürdürüyormuş. Sabah oldu. Ben gemiye geldim.

Üçünçü Çarkçı Eyüp de nasibini aldı
Nasıl oldu, bilmiyorum ama birkaç gün sonra, hem eski, hem de yeni kız arkadaşlarımla buluştum. Bunları gemiye getirdim. Bu sefer badem içi yoktu ama içki ve daha başka güzel şeylerle konuklarımı ağırladım. Neşeli söyleşiler yaptık; onlar kendi yaşantılarından ilginç olaylar anlattılar. Odense-Korsör arası sefer yapan feribotta çalıştıklarını söylediler. Ben de boş durmadım. Yaşantımdan bazı ilginç kesitler anlattım. Yani alkolün eşliğinde çok hoş bir söyleşi ortamına girdik. İyi de, bu şen şakrak ortamda bir dengesizlik her an kendini gösteriyordu; onlar iki, ben bir kişiydim. Buna bir çare bulmak için kafamda tilkiler dolaşıyordu söyleşi boyunca. Sonunda bir sonuca ulaştım; 3.çarkçı Eyüp’ü çağırdım ve benim eski kızın yanına oturtup, aynı hızla demlenmeyi ve söyleşiyi sürdürdük. Böylece dengesiz durum ortadan kalktı. Alkolün verdiği güzel ortamın yardımı ile paylaşım olumlu sonuç verdi ve yatma vakti herkes kamarasına çekildi. Gördükleri yakın ilgi ve güvenilirlik nedeni ile konuklarımız bizim külüstür Kütahya’yı pek beğendiler. Bana yakın zabit arkadaşlarla bir grup oluşturup bol bol konuştuk, şakalaştık, yemek yedik, çay içtik.

Kızlar da bizimle sefere çıkıyor
Kerahet vakti gelince benim kamarada yine çilingir sofrasını kurup neşeli ortamı sürdürdük. Bir transatlantikte bile S/S Kütahya’daki bu zengin eğlenceyi kime bulamaz . Kalışlarının ikinci günü kızlar konukluğu sonlandırıp evlerine gitmek istediler ama gidemediler.
Çünkü dok ameleleri yabancılarla ilişkiye girdikleri için kızlara çok kötü davranmışlar. Dışarıda daha kötü tacize uğramak korkusu ile gemiden inemeden yine benim kamaraya geldiler. O gün akşam boşaltma sonlanması ile gemi Aarhus’a hareket etti. Kızlar Aarhus’tan trene binip Korsör’e dönmeyi planladılar. Böylece kızlar da sefere katılmış oldu. Tam yola koyulduk kazanın biri borularından su kaçırmaya başladı. Devreden çıkarıp kazanı soğumaya bıraktık. Ama tek kazan gemiyi yürütmekte yetersiz kaldı

 

 

Demirleyip durmak zorunda kaldık. Kaçıran kazanın cehennemliğine girilebilecek kadar soğuyunca ben ve 3.Mk Eyüp kaçıran borulara makineto (boru ağızlarını genişletip sızdırmazlığı sağlayan aygıt) vurmaya başladık, kaçağı kesmek için. Cehennem gibi sıcak olduğundan ancak bir borunun kaçağını giderip kendini dışarı atmak zorunda kalıyorsun. Yoksa sen de borular gibi gevşeyip cehennemlikte bayılıp kalırsın. Şu soru aklınıza gelebilir; öbür personel niçin işe katılmıyor? Evet katılmayı ben engelliyorum; bu iş deneyim ve beceri ister, her önüne gelen bu işte başarılı olamaz. Kaçağı gidereyim derken boruyu kesersen iş çok çok büyür.

Bu kez de işin içine polis girdi

Biz kazan dairesinde bu işler ile uğraşırken gemiye polis gelmiş. Kaptana “siz telefon kabloları üzerine demirlediniz. Eğer bir hasar yaptıysanız bunu Şirketiniz ödemek zorundadır” diyerek bildirimde bulunup gitmiş. İyi mi? Bir de bu iş çıktı başımıza.!! Kaç saat sürdü anımsamıyorum; onarım bitti. Kazanlarda basınç tutup, vira demir bismillah yola koyulduk. Gemide bir dedikodu gelişti bu arada: Polisler gemideki kadınlar almak için gelmiş, neyse ki bunun gerçek olmadığını kanıtlamak zor olmadı, çünkü kadınlar gemi yolcusu gibi zaten aramızda. Akşam geç vakit Aalborg’a yanaştık. Kızlar tren ile Korsör’e gitmek üzere gemiden ayrıldılar.

Kızlar trene binemeyince gemiye döndüler

Aaa, o da ne? Kızlar yine gemiye geldiler! İyi mi? Son tren akşam saat onda kalkmış. Bundan sonraki tren de ertesi sabah kalkacakmış. Bunlar çaresiz gemiye geri geldiler. Önemli sorun şu: Bunlar ertesi gün sabah feribotta işlerinin başında olmazlarsa işten atılma olasılığından endişe ediyorlar. Anası babası ve evi olan benim eski kız pek etkilenmişe benzemiyor ama hiç kimsesi olmayan, yaşamını tek başına sürdüren Ketty ağlamaklı, hatta gözlerinden yaşlar akacak kadar ağlamaklı. İçim parçalandı desem yalan olmaz. Niye taksi ile gitmiyorsunuz diye bir öneri attım ortaya. Onlar kuş olup uçmak gibi akıl dışı olan bu öneriye çok yabancı kaldılar; “Öyle şey olur mu hiç?” “Çok pahalıdır, kimsenin gücü yetmez” dedi,

Taksi parasını toplayıp verdik
Ketty’e. “Git bir telefon et, sor bakalım, kaç kron istiyorlar.” Gözleri yaşlı Ketty , böyle bir sorunun saçma olacağını belirtmeye çalıştı. Onun direncini kırmak için çok ısrar ettim. Sonuçta hatırım için telefona gitti. (Liman otoritesi rıhtımdaki gemilere telefon koyuyordu. Telefon iskele başında dururdu. Yüzünde umutsuz bir anlatımla kamaraya geldi, oturdu. “Ne kadarmış?” diye sordum. Alaycı bir gülümseme ile “450 kron” dedi. Kendilerinin bir aylık maaşları değerindeki 450 kronun yokluğu apaçık ortadaydı. Aylığımın üçte biri olan dövizimi yeni almış ve pek masrafım da olmamıştı. Cebimdeki 200 kronu masaya koydum. Eyüp’e “git, sen de bir şeyler getir bakalım” dedim. O da galiba bir 100 kron masaya koydu. Bütün bunları ilgiyle izleyen öbür zabit arkadaşlardan 150 kron borç toplayarak 450 kronu denkleştirdim. Gelişmeleri faltaşı gibi açılmış gözlerle izleyen Ketty düş mü görüyorum, yoksa gerçeği mi yaşıyorum diye çimdiklemekten bacaklarını epey morartmıştır sanıyorum.

Parayı Ketty’e uzatarak “ Al bu 450 kronu, binin bir taksiye yarın sabah işinizin başında olun. Hadi güle güle ”dedim. Hâlâ düş aleminden çıkamayan Ketty beni duvara dayadı, yüzümü öpücüklerle doldurarak, “yeniden gelişinde doğruca benim evime geleceksin, orası senin evin. Başka yere gitmek yok” gibi kararlı istekleri sıraladı. (Geminin Türkiye-Danimarka arasında rutin sefer yaptığını ve benim de her zaman gemide olacağım yanılgısı ile bunları söylüyordu) Yalnız bir konu yanlış anlaşılmasın: “Cüzdanı şişik, yağlı bir zengin enayi buldum diye bunları söylediğini sanmıyorum. Olanaklarını ortaya koyarak kendisine böylesine içten destek olan kişi onun yalnız, garip ve umarsız yaşamından onu kurtaracağı umudu ile söylenmiş sözler; kimsesizlikten kurtulup kendisini sahiplenen erkeğini bulduğu için söylenmiş sözler” diye düşünüyorum.

Bir daha hiç görüşmedik

Bugün 95 yaşında olan ben, bunları yazarken çok duygulandım; o günlerde bunları yaşarken böylesine bir duygu seline kapıldığımı hiç anımsamıyorum. Ne tuhaf değil mi? Kütahya’nın seferi yine Danimarka’ya mıydı? Bilmiyorum.? Ben İstanbul’a varışta gemiden çekildim ve M/V Kastamonu’ya atandım. 1959 yılının sonunda da Deniz Nakliyat’tan ayrılarak Etibank’ta çalışmaya başladım. Aramızda adres alışverişi de olmamıştı, ama ben zarfın üstüne “Korsör, Çarşı, Ketty” diye bir mektup yazsaydım Kety’ye ulaşırdı sanıyorum. Danimarka’ya gitme belirsizliği içinde böyle bir şeye gerek de duymadım. Korsör’de bu olay, olayı yaşayanlar tarafından dillendirildi mı? Konuşuldu mu? Bilmiyorum.
Az ya da çok, bir kısım Danimarkalı Türk İnsanının insan severliği, cömertliği, mertliğini duymuştur sanıyorum. Benim de avuntum hep bu oldu.
İlhan Özerdim Şubat, 2024


Bunları da beğenebilirsin