Denizcinin anasayfası

‘Dünya küçük’ dedirten iyi tesadüfler

Tesadüflere inanır mısınız bilmem ama, insan, hayatında karşılaştığı olaylara bakınca ya da anlatılan hikayeleri dinleyince ‘Hadi canım. Bu kadar da olmaz’ diyebiliyor. Bu yazımı okuduğunuzda siz de, “Dünya gerçekten küçükmüş” diyeceksiniz.

 

 

İlk hikayenin kahramanı bizzat benim. 1991 yılında, bir haftalığına İstanbul’dan Fethiye’deki büyük bir tatil köyüne gitmiştik. Bu tatil köyü bir kaç büyük koy ve bir sürü villadan oluşuyordu. Biz tatil köyünün otel kısmında kalıyoruz. Otomobille o kadar yolu gidince çok yorucu oluyor. Geceleyin bir türlü de uyku tutmadı. Sabah erkenden havuzun kenarına indim. Bir şezlonga oturdum, etrafa bakıyorum. Havuz başında iki çocuk oynuyor. Biri 7-8, diğeri ise 2-3 yaşlarında.

Gözümü açtım ki çocuk havuzda

Gözlerim kapandı kapanacak. Çocuklar çok gürültü yapıyorlar diye de içimden söyleniyorum. Birden bire sesleri kesildi. Kafamı kaldırdım ki, büyük çocuğu havuzun kenarında tek başına gördüm. Öylece havuza bakıyor. Hemen ayağa fırladım. Ufak olan bacakları dışarıda, kafası havuzun içinde öylesine duruyor. Nasıl yaptım hatırlamıyorum ama çocuğu bacaklarından tutarak kaldırdım ve silkeledim. Öksürünce yere yan yatırdım. Fazla da su yutmamıştı. O şaşkın, ben şaşkın birbirimize bakıyoruz.

Çocuk akrabam çıktı

Çocuğun abisine “Oğlum sizin anneniz, babanız yok mu” diye seslendim. Çocuk koşarak otele gitti. Biraz sonra havuz başına koşarak, uzun boylu bir adam geldi. Telaş içinde, “Ne oldu, nasıl oldu” diye soruyor. Sakinleştirmeye çalışarak olayı anlattım. Uzun uzun teşekkür etti. Oğlunun başına eğildi, iyi olduğunu görünce de kendisini tanıttı. Hazine Müsteşarlığı’nda uzmanmış. İsmini ve soyadını söyleyince, “Dur bir dakika. Sen bizim Övet’lerden misin” diye sordum. “Evet” dedi. Akraba çıkmıştık. Böylece tanışmış olduk. Tatil boyunca hep birlikteydik. Sonra ben İstanbul’a döndüm, gemi ile seferlere devam ettim. Kendisi de Ankara’ya döndü. Uzun müddet yazıştık ama sonra araya zaman girdi ve birbirimizi kaybettik. Umarım her şey yolundadır.

Esas hikayemiz Haliç Tersanesi eski Müdürü Aykut Altay’dan

Haliç Tersanesi’nin eski Müdürü, 1958 İTÜ Gemi İnşa mezunu Aykut Altay 30 Ocak 2024 günü ziyaretimize gelmişti. Bununla ilgili fotoğrafları sizlerle paylaşmıştım ama anlattığı hikayeyi aktarmamıştım. Şimdi sırasının geldiğini düşünüyorum. Aykut Altay’ın ağzından, “Bu kadar da olmaz denilen” hikayesi şöyle:
“Benim mezun olduğum yıllarda Teknik Üniversite’de gemi inşa bölümü vardı. Fakülte değildi. Makine fakültesine bağlı gemi inşa bölümünde okuyordu. Okul 1972 yılında fakülte oldu. O yıla kadar bütün mezunlar Makine Fakültesi’ne bağlı olarak mezun oldular.

Adana Vapuru’ndaki intihar teşebbüsü

1956 senesinde talebeyken beni Hollanda’ya staja gönderdiler. Hollanda’da bir ailenin yanında kalıyordum. Beni evlatları gibi sevdiler. Başlangıçta bir miktar kira ödüyordum. Ne zaman ki evlatları gibi oldum benden para da almamaya başladılar .Onların oğullarıyla da iyi arkadaş oldum. Senelerde görüştük. Amsterdam’daki 3 aylık stajımı tamamladıktan sonra Adana Vapuruna bilet aldım. Ülkeye döneceğim. Adana vapuru ile iyi bir havada Marsilya’dan kalktık. Mataman’a doğru hava fena bozdu. Kaptan üçüncü mevki kamaralara su girmesin diye baş taraftaki kamaraların girişlerini kapattı. Deniz çok kötü, herkes yatıyor.

Kamarama gidemeyince ben de yukarı güverteye çıktım. Kendime bir şezlong bir de battaniye buldum. Uzandım, yatacağım. Bir anda yanımdan bir kızın hızlıca yanımdan geçtiğini gördüm.. Küpeştelerin üzerine tırmandı ve denize atlamaya çalışıyor. Anladım ki intihar edecek.   Battaniyemi bir tarafa fırlattım. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Gayri ihtiyari kızı tuttum, aşağı aldım ve bir tokat vurdum. Kız sakinleşince yanıma oturdu. Kızı aldım, doğruca kaptanın yanına gittim.

Köprü üstünde Gemi Kaptanı ile 2.Kapt.Naci Kaptan (YDO 1951 Gv. mezunu Naci Sonay) vardı.

– “Bu kızı size teslim ediyorum. Ben olmasaydım intihar ediyordu” dedim. Sıtkı Kaptan bana hem teşekkür etti, hem de kutladı. “Ne diyeyim. Bizi çok büyük bir üzüntüden kurtardın” dedi. Naci Kaptan’la da bu şekilde tanıştık. O günden sonra iş hayatımda da, Adana gemisi İstinye Tersanesi’ne ne zaman gelse görüştük. O rütbe aldı, aldı, sonunda da Truva gemisinin kaptanlığını yaptı.

Kız hocamın akrabası çıktı

Hikayeyi dinlerken “Kızın hayatını kurtarmışsın, kim diye merak etmedin mi? Bir daha görmedin mi?” diye sordum.
Şöyle yanıt verdi: “Yok sormadım, adını bile halen bilmiyorum ama kim olduğunu sonradan öğrendim. Teknik Üniversite’deki hocalarımızdan Teoman Özalp vardı. Kız onun bir akrabasıymış. Benim akrabamı kurtardın diye Teoman bana seneler önce söylemişti.

Dünya çok küçük. Ne tesadüf değil mi?”

Adana gemisinin ilk adı Haiti’ydi. 1938’de Puerto Rico, 1939 yılında Monterey, 1948 yılında ise Adana adını aldı.

 


Bunları da beğenebilirsin