Denizcinin anasayfası

Birkaç Kitap ve Makalede Kılavuz Kaptanlar

Derneğimizin web sitesinde bu yıl 13.’sü düzenlenecek olan Kılavuz Kaptanlar Haftası’nın tarihçesi şöyle anlatılmaktadır :

Merhum İstanbul Boğazı Kılavuz Kaptanı Lütfü Berk’in 20 Aralık 2006’da İstanbul Boğazı’nın kuzey girişinde gemiden inmeye çalışırken çarmıh kazası sonucu hayatını kaybetmesini ardından Dernek, onun anısına 20 Aralık 2007 tarihinde “Kılavuz Kaptan Paneli” düzenledi. Sonraki yıl “Meslek Şehitlerini Anma Günü” adı altında kılavuz kaptan transfer güvenliği ile ilgili bir panel daha düzenlendi. 2009 yılından itibaren ise “Meslek Şehitlerini Anma Töreni” ile birlikte kılavuzlukla ilgili farklı etkinliklerin de yer aldığı Kılavuz Kaptanlar Haftası, dernek tarafından her yıl Mayıs ayının son haftasında düzenlenmektedir. Meslek Şehitlerini Anma Töreni ile başlayan haftada, kılavuzluk mesleğinin tanıtımına yönelik meslek forumlarının yanı sıra, gelişimine yönelik paneller de düzenlenmektedir.

Bu yıl Kılavuz Kaptanlar haftası 23-27 Mayıs 2022 arasında kutlanacak. Kutlamaya katkıda bulunmak adına iki kitap ve bir makaleden kılavuz kaptanlar ile ilgili bölümlere yer vereceğim. Bunlar: Moby Dick (Herman Melville), İzmir Körfezi Batıkları (Uluç Hanhan) ve Ertuğrul Fırkateyni’ni konu alan “Ben Japonya’da batan Ertuğrul Fırkateyni…Beni Unutmayın” adlı makaledir.

Önce büyük usta Herman Melville’nin “Moby Dick” kitabından başlayalım. Kitabın 22. Bölümünün adı: Kutlu Noel. Bu bölüm biz kılavuz kaptanların her zaman yaşadığı limandan kalkış anındaki hareketliliği anlatır;

Öğleye doğru yelkenciler karaya indi sonunda; Pequed rıhtımdan biraz uzağa çekildi. Son dakikaya değin her şeyi düşünen Charity Teyze, bir balina sandalıyla gelip son armağanları getirdi: Kayınbiraderi üçüncü kaptan Stubb’a bir gece takkesi, kamarota da bir yedek İncil. Derken, Peleg ve Bildad Kaptanlar, kamaralarından çıktılar. Peleg ikinci kaptana, “eh, Mr. Starbuck”dedi. “her şey, tamam mı sizce? Kaptan Ahab hazır. Şimdi konuştum onunla. Karadan gelecek bir şey kalmadı, değil mi? Tüm tayfayı çağırı, kıç tarafta toplansın körolasılar!”. Bildad “Peleg” dedi. “acelen var, anladık, ama ille küfür mü edeceksin? Hadi Starbuck dostum sen istediğini yap!”  İşe bak! Gemi nerdeyse kalkacak. Peleg ile Bildad hâlâ kaptan güvertesindeler. Sanki denizde de kumanda onlardaymış gibi. Kaptan Ahab ise hâlâ yok meydanda. Kamarasındaymış diyorlar. Hoş, geminin vira edip denize açılması için, ona hiç de gerek yoktu ya. Kaptandan çok kılavuzun işiydi bu. Bir söylentiye göre de Kaptan Ahab daha büsbütün iyileşmemiş de, onun için güverteye çıkmıyormuş. Bunlar olağandı. Hele ticaret gemilerinde kaptanların çoğu, gemi demir aldıktan çok sonraya değin güvertede görünmezler; kamaralarındaki masanın başında, dostları kılavuzla beraber o gemiden ayrılıncaya kadar, son bir kez keyfederler. Ama tüm bunları düşünmeye pek vakit yoktu, çünkü Kaptan Peleg artık dört dönüyordu ortada. Konuşan, buyruk veren, Bildad değil, hep oydu. Grandi direğinin dibinde oyalanan tayfalara, “koşun geminin kıçına, bekâr dölleri!” diye bağırdı: “Mr. Starbuck, kıça sürün şunları!” Sonra, “kaldırın şu çadırı,” diye buyurdu. Önceden de söylediğim gibi, balina kemiğinden yapılmış bu çadır, gemi ancak limandayken kurulurdu. Ve otuz yıldan beri Pequod’da, çadırı kaldırmak buyruğunun, demir almadan hemen önce geldiğini bilirdi herkes. Derken, “bocurgat başına!” diye buyurdu. “Allahın belaları, çabuk olun!” Tayfa manivelalara saldırdı. Gemi vira ederken, kılavuz, geminin ön tarafında durur her zaman. Bildad ile Peleg de ordaydılar. Bildad’ın gördüğü tüm işlerden başka, limanda kılavuzluk etme izni de vardı. Denildiğine göre, ortak olduğu gemi Nantucket’ten kalkarken, kılavuz parası vermemek için, bu izni almıştı, çünkü Pequod’dan başka hiçbir gemiye kılavuzluk ettiği görülmemişti. Şimdi Bildad eğilmiş, çıkarılan demire bakıyor, bir yandan da, bocurgatı işletenleri sözde keyiflendirmek için kasvetli ilahiler mırıldanıyordu. Gelgelelim tayfa candan bir neşeyle, bağıra çağıra, Booble Alley’nin yosmalarıyla ilgili türküler söylüyordu hep bir ağızdan; Bildad onlara, daha üç gün önce, hele demir alırken, Pequod’da açık saçık türküleri yasak ettiği halde. Kız kardeşi Charity, her tayfanın yatağının başucuna, Watts’in seçme ilahilerini koymuştu üstelik. Bu arada geminin öte yanına bakan Kaptan Peleg, kıyametler koparıyor ve korkunç küfürleriyle gürlüyordu. Daha demir almadan herif gemiyi batıracak nerdeyse, diye düşündüm. Elimde olmayarak manivelayı bıraktım, Queequeg’e de bırakmasını söyledim. Bu Allahın belasıyla yola çıkmak tehlikeliydi. Bereket versin, sofu Bildad var, diyordum. Yedi yüz yetmiş yedide bir pay verdiği halde, o belki kurtarırdı bizi. Tam bunları düşünürken, birden arkama fena bir tekme yedim. Dönüp Kaptan Peleg’in çizmesini yanı başımda görünce, yüreğime indi. Yediğim ilk tekmeydi bu. Kaptan Peleg kükredi: “Demek böyle yaparsınız ticaret gemilerinde ha? Kımıldan, koyun kafalı! Kımıldan, kemikleri kırılası! Hadi, hepinize söylüyorum, kımıldasanıza! Quohog! Kızıl sakallı herif! Kımıldan! Hey, alaca şapkalı, sen de! Sen de, yeşil pantolonlu! Kımıldayın hepiniz! Yoksa patlatırım gözlerinizi!” Bir yandan böyle bağırıyor, bir yandan da bocurgatın çevresinde, ona buna, bol keseden tekme dağıtıyordu. Bildad ise, kılı kıpırdamadan, ilahilerini sürdürüyordu. Kaptan Peleg bugün içmiş olmalı, dedim kendi kendime. Sonunda demir alındı, yelkenler açıldı, denize süzüldük. Soğuk, keskin bir Noel günüydü. Kuzeyin kısacık gün ışığı bitip karanlık basarken, kendimizi kış denizlerinin nerdeyse ortasında bulduk. Dört bir yanımızı cilalı bir zırh gibi, donmuş su serpintileri sardı. Küpeşteye çepeçevre sıralanan balina dişleri ay ışığında pırıl pırıldı; pruvadan, kocaman bir filin beyaz dişlerini andıran, uzun ve kıvrık buzlar sarkıyordu. Kılavuzluk yapan sıska Bildad, ilk vardiyanın başıydı. Yaşlı gemi, buz gibi serpintileri dört bir yana saçarak, yeşil sulara derinden dalıp çıkarken; rüzgâr ulur, halatlar uğuldarken, Bildad bir ilahi tutturmuştu: “Kabaran suların ötesinde güzel kırlar, Diri diri bir yeşile bürünmüş. Böyle göründü Kenan ülkesi İbranilere, Ürdün nehrinin ötelerinde.” Hiçbir zaman bana o geceki kadar tatlı gelmemişti bu güzel sözler. Umut ve sevinç doluydu bu sözler. Azgın Atlantik okyanusunda bu kış gecesinin buzlu soğuğuna, ıslak ayaklarıma, sırsıklam ceketime karşın, beni bekleyen güzel limanları, ilkbaharda çıkan, yazın bile yeşil kalan, insan ayağı girmemiş zümrüt çayırları, orman içlerini düşündüm. Açık denize varıp da kılavuza gerek kalmayınca, peşimiz sıra gelen sağlam yelkenli sandal, bordamıza yanaştı. O zaman Peleg ile Bildad’ın nasıl heyecanlandıklarını görmek, hem garip hem de hoş bir şeydi. Hele Kaptan Bildad bir türlü ayrılamıyordu gemiden, ayrılmaya gönlü razı değildi, çünkü çok tehlikeli, uzun bir yola çıkıp, iki fırtınalı burnu da aşacaktı bu gemi. Bunca zorlukla biriktirdiği birkaç yüz dolamığını buraya yatırmıştı; kaptanı, eski arkadaşı kadar, nerdeyse kendisi kadar yaşlıydı; amansız balinanın çene kemikleriyle cenkleşecekti bu gemi. Her bakımdan bağlı olduğu bu gemiden kopamayan zavallı ihtiyar Bildad, işi bir hayli uzattı; içi içine sığmayarak güvertede bir aşağı bir yukarı gitti geldi; yeniden Allahaısmarladık demek için kaptan kamarasına koştu, gene güverteye çıkıp rüzgârdan yana baktı; ta uzaklarda, görünmez doğu topraklarının sınırladığı sonsuz enginlere baktı; kamaradan yana baktı; yukarıya, gökyüzüne, sağa, sola baktı; dört bir yana hiçbir şey görmeden baktı; sonunda rasgele bir ipi bir ıskarmoza sardı; soğukkanlı duran Peleg’in elini sıkı sıkı tuttu, bir feneri havaya kaldırıp Peleg’in yüzüne cesurca bakarken, şöyle der gibiydi: “Görüyorsun ya, dostum Peleg, dayanabiliyorum ne de olsa, evet dayanabiliyorum.” Peleg ise, daha filozofça alıyordu bu işleri. Ama ne denli filozof olursa olsun, fener yüzüne iyice yaklaşınca, gözünde bir yaş pırıldadı. O da, bir kamaraya bir güverteye koşmuş, kâh aşağıda bir laf etmiş, kâh yukarıda ikinci kaptan Starbuck’a bir şeyler söylemişti. Ama sonunda, çevresine bir göz attı, arkadaşına döndü: “Gel, Kaptan Bildad, gel eski dostum, gidelim artık. Mayistra yelkenini çekin öbür yana. Hey, yanaştırın sandalı! Yavaş! Biraz yavaş ol! Gel Bildad, söyle son sözünü de gidelim. Yolun açık olsun, Starbuck! Yolun açık olsun, Stubb! Senin de Flask! Hoşça kalın. Hepinize uğurlar olsun. Tam üç yıl sonra Nantucket’te sıcak sıcak akşam yemeğiniz hazır olacak. Haydi, uğurlar olsun!” İhtiyar Bildad nerdeyse birbirini tutmaz sözler kekeledi: “Tanrı yardımcınız olsun, çocuklar! Tanrıya emanet… İnşallah havalar güzel gider de, Ahab Kaptan yanınıza çıkar. Ona gerekli olan tek şey güzel bir güneş. Gideceğiniz sıcak denizlerde güneşten bol ne var! Avlarda dikkatli olun gemiciler. Siz de zıpkıncılar, sandalları boşuna yıpratmayın. Sedir kerestesinin fiyatı bu yıl yüzde üç arttı. Dua etmeyi de unutmayın. Mr. Starbuck, göz kulak olun da, fıçıcı, yedek fıçı tahtalarını boşuna harcamasın. Ha bak, az kalsın unutuyordum, yelken çuvaldızları yeşil dolapta. Pazar günleri ava çıkmayın fazla, ama iyi bir fırsat çıkarsa kaçırmazsınız elbette, çünkü Tanrının verdiğini tepmiş olursunuz o zaman. Mr. Stubb, pekmez fıçısına bir bak ara sıra; biraz akıtıyor gibime geldi. Mr. Flask, adalara uğrarsanız, şehvet şeytanlarına uyayım deme sakın! Uğurlar olsun, uğurlar olsun! Hey, Mr. Starbuck, o peyniri ambarda fazla tutma, bozulur sonra. Yağı da çarçur etmeyin, dünyanın parasını verdik. Bir de sakın…” “Hadi hadi. Bildad Kaptan, kes artık palavrayı! Hadi, alarga!” Bunu söyler söylemez, Peleg, Bildad’ı hızla çekti; ikisi birden sandala atladılar. Gemiyle sandal birbirinden ayrıldı. Gecenin soğuk, ıslak rüzgârı esip geçti aralarından. Üstümüzde uçan bir martı, keskin bir çığlık attı. İki tekne denizde yalpa vurup birbirinden uzaklaşmaya başladılar. Yüreklerimiz dolu, üç kere “yaşa!” diye bağırdık ve sanki kader gibi körmüşçesine daldık ıssız Atlantik okyanusunun sularına..”

Kılavuz kaptanlarla ilgili ikinci alıntı son kitabım: İzmir Körfezi Batıkları’ndan olacak. Körfezde bulunan batıkların odak noktası Yenikale denen mevkidir. Gerek Balkan gerekse 1. Dünya Savaşı’nda bu bölge mayınlandı. Deniz trafiğinin sürmesi adına bu mevkiden kılavuz kaptan ile geçmek mümkün olabildi. Ancak kılavuz kaptanı beklemeden bu bölgeye giren gemilerin de başlarına kazalar geldi. Aşağıda böyle bir gemiden söz edilmektedir.

“Titanic’ten İki Hafta Sonra Mayına Çarpan Amerikan Bayraklı Ticaret Gemisi: S.S. Texas

Hacı Davud Kumpanyası’na bağlı birçok gemi, İzmir Limanı çıkışlı olarak, yük ve yolcu taşımaktaydı. Kumpanyanın en eski gemisi olan Olimpiya, Hacı Davud Farkuh’un gemilerini Amerikan bandırası altına almasından sonra, Texas adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Texas gemisi, 29 Nisan 1912 günü Yenikale civarında mayına çarparak feci bir şekilde battı. 

Texas, 29 Nisan 1912’de (Pazartesi) akşamüstü saat 4 civarında Selanik’e gitmek üzere İzmir limanından ayrılır. Körfezden çıkacak gemiler için kılavuz römorkörüyle geçiş mahalli olan, mayın döşenmiş Yenikale civarına gelen Texas, burada kendisinden önce limandan çıkan, aynı kumpanyanın Montana gemisinin Reji Şirketi’ne ait ve kılavuzluk görevini üstlenen römorkör tarafından geçit hattından geçirildiğini görür. Bu durum karşısında Texas kaptanının yapması gereken iş, kılavuzun geri dönmesini beklemek ve daha sonra kılavuz römorkörünün eşliğinde mayınlı bölgeden geçmekti. Fakat geminin süvarisi İspiridon Makri böyle yapmaz, kendisi kılavuz römorkörü ve Montana gemisine uzak olmakla beraber, Reji römorkörünün izlediği yolu takip etmez ve kendince doğru zannettiği bir rota üzerinde yoluna devam etmeye başlar. Texas’ın tehlikeli bölgeye girdiğini gören Yenikale istihkâmındaki batarya, geminin hemen durması için iki tane kurusıkı uyarı topu atar, gemi çok kısa bir süre durur gibi olduktan sonra tekrar yoluna devam etmeye çalışır, bu süreçte gemi tehlikeli bölgeye iyice yaklaşmıştır; bunun üzerine, bataryadan 3-4 defa daha top atışı yapılır. Top atışlarının yapıldığı sırada, Reji römorkörü Montana gemisini geçirmiş, geri dönmektedir. Texas’ın tehlikede olduğunu gören römorkör, acı acı siren çalmaya başlar. Bu gelişmeler üzerine geminin yolcuları korku ve telaş içinde feryat etmeye başlayınca, Süvari İspiridon Makri gemiyi durdurmak zorunda kalır ve aynı anda tornistana başlar. İşte ne olduysa o anda olur. Gemi tornistan yaparken su altına döşenmiş olan mayına çarpar ve korkunç bir patlama gerçekleşir. Kaza anını Ahenk gazetesi şu cümleyle tasvir etmeye çalışmıştır: “İşte bu sırada pervane su sathından aşağıda bulunan mayına ilişir ilişmez ani bir gümbürtü ile vapurun kıç tarafı birkaç metre havalanarak ve o anda kazan da patlayarak vapur iki parça olmuş, güvertedeki yolcuların birçoğunu havaya savurmuş, vapurun baş kısmı da ani surette batmış ve yok olmuştur”. 

Feci kaza üzerine, orada bulunan Reji römorköründen hemen sandallar indirilerek kazazedeler kurtarılmaya başlanmıştır. Patlamayı duyan Montana gemisi geriye dönerek, sandallarını indirerek, kurtarma çalışmalarına katılmıştır. Kaza mahalli olan Yenikale’den de hemen yardım gönderilmiştir. Kaza sırasında o civarda bulunan 1-2 istimbot ile Avusturya Lloyd kumpanyasına ait Karniyola gemisi de kurtarma çalışmalarında bulunmuştur. Hava kararıncaya kadar sürdürülen kurtarma çalışmaları sonucu, yaralı ve yara almamış toplam 66 kişi kurtarılabilmiştir. Reji römorkörünün kaptanı akşamüstü saat 5 civarında gerçekleşen kazayı hemen vilayete bildirmiştir. Kazanın haber alınması üzerine Vali Celal Bey, Vilayet Polis Müdürü Cemal Bey ve bazı yetkililerle sağlık görevlileri hemen Hamidiye Körfez Şirketi’ne ait Müsavat vapuruna binerek, kaza mahalline doğru yola çıkmıştır. Korkunç patlamanın sesi, şehrin her tarafından duyulmuş ve anlamlandırılamayan bu patlama, halk arasında büyük heyecana neden olmuştur. Vilayete verilen feci haber, gazetenin deyişine göre, göz açıp kapanıncaya kadar şehrin tümüne yayılmıştı. Bu çetrefilli ortam, birçok şayiaya da neden oluyordu. Özellikle limandan hemen hemen aynı anda 3 geminin birden hareket etmesi- Hacı Davud Farkuh Kumpanyası’nın Montana ve Texas, Hıdiviye Kumpanyası’na ait Tevkikiye – kuşkuları arttırdığı gibi, asılsız söylentilerin de yaygınlaşmasına neden oluyor, ahali panikledikçe panikliyordu.    

Kazazedelerin Pasaport’a geleceği söylentisinin yayılması üzerine, halk oraya üşüşmüştü. Halkın buraya girişini engellemek için 10 kadar polis ile bir o kadar da jandarma çalışıyor, fakat halkı sakinleştirme konusunda oldukça zorlanıyorlardı. Bu karmaşa ortamında Pasaport komiseri, polis müdürleriyle sürekli haberleşiyor, yapılması gerekenler hakkında talimat alıyordu. Panik ortamı gittikçe artarken, Belediye Reisi Edhem Bey, Polis Müdürü, Rum Metropoliti, Piskopos Efendi, Rusya ve Amerika devletlerinin konsolosları hemen Pasaport’a gitmişlerdi. Kazazedelere ilk yardımda bulunabilmek için her türlü alet, edevat ve malzeme buraya gönderilmeye başlanmış, 20 kadar İslam ve Hıristiyan hekim de görev yapmak için Pasaport’a gitmişlerdi.

Gece geç vakit Reji römorkörü denizden toplayabildiği kazazedelerle Pasaport iskelesine yanaştı. Römorkör, 60 civarında kazazede getirdi, bunlardan 5-6 tanesi oldukça ağır yaralı olup, diğerleri hafif yaralıydı. Seyyar hastane şekline getirilen Pasaport iskelesinde, yaralıların ilk tedavileri yapılmaya ve yaralılar ilkyardımdan sonra sedyelerle İzmir hastanelerine taşınmaya başlandı.

Kazanın en önemli görgü tanıklarından birisi, körfeze giriş çıkışın kılavuzluğunu üstlenen Reji römorkörünün kaptanıydı. Kaptan feci kaza hakkında aşağıdaki demeci verdi: “Kılavuz gemisi saat 5 sularında Hacı Davud Kumpanyası’nın Montana vapurunu geçiriyor, Montana’yı aynı kumpanyanın Texas vapuru takip ediyordu. Texas’ın kaptanı kılavuz gemisinin geri dönüşünü beklemek icap ederken böyle yapmamış, dış istihkâma doğru yoluna devam etmiş ve serbest geçit hattı yerine mayınlı bölgeye düşmüştür. İstihkâmdakiler Texas’ın tehlikeli yol takip ettiğini görüp ikaz için üzerine doğru kurusıkı iki top atmışlardır. Bununla birlikte vapur, yine aynı rotaya devam etmiş, bunun üzerine istihkâmdan taneli 5 top atılmıştır. Texas ancak yedinci topta ve fakat tehlikeli mayın sınırı arasında beklemiştir. Bu meyanda kılavuz römorkörü Montana’yı istihkâmdan ileriye geçirip götürmüş bulunuyor ve Texas’ı geçirmek için, geri dönüyordu. Ancak Texas oldukça tehlikeli bir mevkide bulunduğu için kılavuz römorkörü vapura yanaşamıyordu. Ansızın müthiş bir gümbürtü duyuldu. Texas mayına çarpmış, mayın vapurun tam orta yerinde ve makine dairesinin bulunduğu hizada infilak etmiş, vapur kazanının patlamasından oluşan ikinci bir gümbürtü işitilmiştir. Texas ikiye ayrılarak 3 dakika içinde batmış ve yolcularını deniz dibine götürmüştür. Kılavuz römorköründen indirilen filikalar kazazedelerden toplayabildiklerini diğer gemiye götürüyorlardı. Alafranga saat yedi buçuğa kadar kurtarmaya devam edilmiş, ondan sonra gerek gece karanlığının basmasından ve gerek deniz üstünde kurtarılacak kimse kalmadığından İzmir’e geri dönülmüştür.”

Son alıntımız ise Japonya’da bir fırtınada batan Ertuğrul Fırkateyni ile ilgili. Böylesine yaşlı ve çaptan düşmüş bir gemi, maalesef birtakım oyunlarla Japonya’ya gönderildi. Ertuğrul Fırkateyni adeta bir kurbandır. Gemi Japonya seyrinde Süveyş Kanalı’ndan geçmiş ve başına birkaç kaza gelmiştir. Aşağıdaki alıntıda geminin İstanbul’dan ayrılışını ve Süveyş’deki geçirdiği kazayı okuyacaksınız.

 “14 Temmuz 1889 Pazar günü 607 kişi ile Japonya için İstanbul’dan ayrıldım. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek vardı.

Ben Kasımpaşa Divanhane önünde demirliydim. Öğle üzeri hareket ettim. Bütün askerler güvertemdeydi, mızıkalar “Ey Gaziler”i çalıyordu. Yelkenlerim açılmamış, sitimle seyrediyordum. Alay sancakları ile bir gelin gibi donanmıştım. Sarayburnu’ndan kıvrıldık, halk köprüye, deniz kenarlarına toplanmıştı, sesler bağrışmalar Sultanselim’den bile işitiliyordu:

 Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı

Hep ahali sahillerde bakakaldı

Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı

Hak selamet versin şanlı Ertuğrul

Üç direkli firkateyndir gemimiz

Kimimiz bekârız, evlidir kimimiz

Gayret edin çocuklar Caponyadır yolunuz

Hak selamet versin şanlı Ertuğrul’a

 Ayrılış sırasında armalarımın, alay sancaklarıyla donanması, askerin serenlere, küpeşteye, çarmıklara çimariva etmesi, bando-mızıkanın askeri marşlar çalması, yolculuğa korkusuz bir şevk veriyordu. Bu tören, seyredenleri derin bir heyecan ve teessürle duygulandırıyordu. Veda sevgili kardeşler, veda…Allah sizi korusun!..

Heyhat!..

Ben doğduğum sulara veda ederken, tüm personelim eşlerine, çocuklarına, sevdiklerine el sallıyor, tekrar kavuşmak için dualar ediyordu.

Görevimiz çok önemliydi, Osmanlı’yı uzak şarkta temsil edecek, uğrayacağımız limanlarda Müslüman ahali ile buluşacak, Osmanlı Devleti ile Japon İmparatorluğu arasında dostluk bağı kuracak, Japon İmparatoru Meiji’ye Padişahımızın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunacaktık.

Kafile başkanı Bahriye Miralayı Osman Bey, Süvarim Bahriye Binbaşı Tekirdağlı Ali Fehmi Bey, Süvari muavini Bahriye Binbaşı Tekirdağlı Cemil Bey’di,

Süvarim Ali Fehmi Bey Yarbaylığa atandı, resim yapmayı, harita çizmeyi, hat sanatını Şehzade Abdülmecit Efendi’nin hocalığına seçilecek kadar ilerletmiş, İngiltere’de öğrenim görmüş ve çok iyi İngilizce bilen bir subaydı. Bu tayin duyulunca arkadaşları “bu görevi kabul etme” dediklerinde; “Ben bu devletin askeriyim, ekmeğini yedim. Nereye git derlerse giderim” diye onları cevapladı.

Süvari muavini Cemil Bey de yarbaylığa atandı.

Marmara’da seyirdeyim, sancak vardiyamda süvarim, iskele vardiyamda süvari muavinim var,

İmam Hafız Ali Efendi her yerde ve her halde firkateyn mürettebatının dinin gereğini getirmesi için çalışıyor,

Fotoğrafçı Haydar Efendi’nin görevi güneşin doğuşundan başlayıp, batışına kadar sürüyor,

Gemi doktoru Albay Hüsnü Bey, hasta ve yaralıları tedavi ediyor,

Eczacı Sol Kolağası Yasef Efendi, ilaçları yaparken, havanını takırdatıyor,

Şair Ali Ruhi Bey de tayfalarım arasında,

Vardiya dışında satranç, dama, domino oynanırdı,

Rüzgâr kesildiğinde inanışa göre yedi tane köse ismi sayılır veya direk dibi kaşınırdı,

Perşembe geceleri de baş mangada kemençeyle Karadeniz havaları çalınır, horon oynanır, eğlenilirdi.

Marmara’daki seyrimi tamamladım, Gelibolu önlerine vardığım zaman, personelim tören yerlerini aldı, top atışı ile Rumeli’ye geçen ilk Türk komutanı olan Süleyman Paşa selamlandı, ruhu şad edildi.

Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra hemen hemen tümüyle Osmanlı egemenliğinde olan Adalar Denizi’nden geçerek Port Said rotasında yol aldım.

İstanbul-Port Said arasındaki 800 mili on günde kat ettim.

26 Temmuz 1889 Cuma günü, saat 10.30’da kanala girdim.

27 Temmuz’da Süveyş Kanalı’nda seyrederken bir kum bankına oturdum.

28 Temmuz’da banktan kurtuldum ama aynı gün akşam 18.30’da ikinci kaza başıma geldi. Kılavuz kaptan nezaretinde sahile bağlanmakta iken rüzgâr ve akıntı nedeniyle aykırıladım, kıçım sahile vurdu, dümen ve bodoslamam kırılarak kayboldu,

Ertesi gün dalgıçlar bu iki parçayı kanalın dibinde buldu.

Seferin başındaki bu iki kaza moralimi bozdu, Allah beterlerinden korusun!

Kaza haberleri 30 Temmuz’da İstanbul’a ulaştı, Nezaret karıştı, seferimin iptal edileceği ve Osman Bey ve heyetin yabancı bayraklı bir vapurla gönderilmesi konuşulmaya başlandı.

Kasımpaşa kahvehaneleri yine şenlenmişti, ahaliye yeni konu çıktı”

İlk alıntıda karşımıza Amerikalı gemi sahibi çıktı, bu kişi aynı zamanda kılavuz kaptan. İzmir Körfezi’nde bir Osmanlı, Süveyş’te ise Mısırlı bir kılavuz kaptanı okuduk. Derinlemesine bir araştırma yapılsa kim bilir hangi kılavuz kaptanlarla karşılaşacağız. O kılavuz kaptanları okurken, okur zamanın ruhunu unutmaz ve o günün koşullarını hayalinde canlandırmaya çalışır. Ben de öyle yaptım. Bugün bizim mesleğimizi uygularken yaşadıklarımızdan ne kadar farklı bir yaşamları varmış. Ama olsun, özünde tüm kılavuz kaptanlar, sonsuz deniz üzerinde kendilerine verilmiş bu kutsal görevi, güven ilişkisi temelinde yerine getiriyorlar tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi.

Kılavuz Kaptanlar Haftanız kutlu olsun. Şen ve esen kalınız.

Uluç Hanhan

www.uluchanhan.com

Kaynaklar:

MELVİLLE, Herman, Moby Dick, Beyaz Balina, Yapı Kredi Yayınları, 14. Baskı, İstanbul, s. 154-158

AKIN, Sunay, https://www.youtube.com/watch?v=HtOEmJCEqZ8

APATAY, Çetinkaya, (E) Amiral, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü, XIX. YY’dan Bugüne Türk-Japon İlişkileri,  Milliyet Yayınları, İstanbul, 1998.

ENGİN, Vahdettin, Bir Devrin Son Sultanı, II. Abdülhamid, Yeditepe Yayınları, İstanbul, Şubat 2021 ( İlk baskı: 2017)

ERONAT, Canan Yücel, Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanım’a Mektuplar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 ( İlk baskısı: 1995)

ILGAZ, Arif Hikmet ve Hasene, Ertuğrul Fırkateyni, Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı Yayını, İstanbul, 1990.

KOMATSU Kaori, “100. Yıldönümü Münasebetiyle ( Ertuğrul Fırkateyni Faciası), AJAMES, NO. 5, 1990.

MÜTERCİMLER, Erol, Ertuğrul Faciası ve 21. Yüzyıla Doğru Türk-Japon İlişkisi, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1993

OSMANOĞLU, Ayşe, Babam Sultan Abdülhamid, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013

ÖNDEŞ, Osman, Ertuğrul Fırkateyni Faciası, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 1998 ( İlk baskısı Belge Yayınları, 1972)

SÖNMEZ, Oktay, Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008

YILMAZ, Coşkun ( Editör), II. Abdülhamid, Modernleşme Sürecinde İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul, 2010.

http://turkishpilots.org/duyurular/kilavuz-kaptanlar-haftasi-23-27-mayista-duzenlenecek/

https://denizkartali.com/ben-japonyada-batan-ertugrul-firkateyni-beni-unutmayin.html

http://turkishpilots.org/kilavuz-kaptanlarin-gozunden-denizci-roman-kahramanlari/puskurtuyor/

http://ertugrul1890.com/

https://fullhdfilmlerizle.net/ertugrul-1890-hd-izle/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ertu%C4%9Frul_(f%C4%B1rkateyn)

https://www.history.navy.mil/research/histories/ship-histories/abbreviations.html#p


Bunları da beğenebilirsin